Kendimce Düşünceler - 12: Hayat Hikâyemiz
Kendi değerimizi nasıl bilebiliriz? 🥰 Film müzikleri modern anlamda klasik müzik sayılır mı? 🎼 Oku: Never Split the Difference 📚 İzle: 39 Derecede Aşk 🎬
Başlarken
Hikâye anlatıcılığı günümüzün en önemli yetkinliklerinden biri. Öğrencilerinin ilgisini çekmek isteyen bir öğretmenden, müşterilerine ürettiklerini veya hizmetlerini aktaran bir iş insanına kadar, karşı tarafa bir bilgi aktararak, amacınız neyse buna ulaşmaya çalışmanız gereken her durumda artık ezber nicelik ve nitelikleri saymak yetmiyor. İnsanlar rasyonel akıllarıyla bir şeyleri yorumlamak istemiyor, hiçbir zaman istemediler. Duymak, hissetmek, güvenmek ve belki de dinledikleri öykünün bir parçası olmak istiyorlar. Şimdi bu belirli bir alışveriş için anlatılan-dinlenen hikâye, başı ve sonu, ana teması, belki başlığı ve olay örgüsü bile belli. Bir de fark etmeden her birimizin yazdığı bir hikâye var. Hayatımız. Hepimiz başrolünün kendimiz olduğunu umduğumuz bir piyesin, bir filmin içindeyiz. Peki gerçekten enerjimizin çoğunu kendi hayatımızın başrolünde olmaya mı harcıyoruz, yoksa bir başkasının hayatının yardımcı rolü olmaya mı? Yoksa film akarken biz seyirci koltuğunda dinleniyor muyuz?
Kontrolü elde tutmanın sorumluluğu, kontrolün elinizden kaçıp gitmesinin stresiyle iyi arkadaştır, bazen bir şeyler içip sizi çekiştirmek için buluştukları bile olur. Bence bize iyi gelecek olan, tıpkı yokuş aşağı giden bir bisikletin pedallarını salacağımız gibi, akışa bırakıp tadını çıkardığımız hayatımız için yol yokuş yukarı dikleştiğinde biraz çaba göstermeyi alışkanlık haline getirmek. Bisiklet tek kişilik ancak sevdiklerimizle yan yana sürmek serbest. Kendi yolculuğumda bana eşlik eden, vakit ayırıp okuyan sizlere tekrar teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazılardan Kısa Kısa
Her bültende o hafta https://utkucevre.com.tr web sitesinde yayınlanan yazılardan kısa birer tanıtıma yer veriyorum. Yazıların tam hallerine, her bir tanıtımın sonunda yer alan linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Çocuk kitaplarından öğrenilecek çok şey var. Favorilerimden biri Leo Lionni’nin Pezzettino’su. Pezzettino, İtalyanca küçük parçacık anlamına geliyor ve kitabın baş karakterinin kimlik arayışını anlatıyor. En sevdiğimiz üçlü olan vizyon, misyon ve değerlerin misyon bacağına tekabül eden bu arayış, özellikle kendi değerimizi bilmemizden geçiyor. Heinz Kohut’un başlattığı Kendilik Psikolojisi akımına ve mitolojideki Narcissus anlatısına da yer verdiğim Ben Kendimim isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Aretha Franklin’in dediği gibi, tek istememiz gereken biraz saygı, ama önce kendi kendimize. Bu haftanın beşlisi, yalnız başımayken veya çalışıyorken dinlemekten en çok hoşlandığım müzik türü üzerine. Klasik müzikle beraber, asla vazgeçmeden dinleyebileceğim tek tür sanırım film müzikleri. Eğer Dogme 95 akımı filmleri gibi (Lars von Trier ve Thomas Vinterberg en önemli temsilcileri), sinemada arka plan müziğine karşı çıkan bir film izlemiyorsanız, muhtemelen duygularınızın yönetimini bir süreliğine film müziğinin bestecisine devretmiş vaziyettesiniz. Sizi gerebilir, heyecanlandırabilir, eğlendirebilir veya ağlatabilir. En bilinen ustalar dışında kalmış gruptan favori film müziği bestecilerimi tanıttığım 5 Adet Dinlemekten Bıkmayacağım Film Müziği Bestecisi isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Not: The Godfather Part II filminde genç Vito Corleone’nin Amerika’ya gemiyle geldiği ve diğer göçmenlerle birlikte Özgürlük Heykeli’ni gördüğü sahneyi aşağıda paylaşıyorum. Bu sahneyi arka planda çalan, Nino Rota ve Carmine Coppola (Yönetmen Francis Ford Coppola’nın babası) ortak bestesi The Immigrant isimli harika eserden ayrı düşünemeyiz.
Okuduklarım
Her bültende önceki hafta bitirdiğim kitaplardan en çok beğendiğimle ilgili olarak Goodreads’e yazdığım eleştiriyi paylaşıyorum.
Never Split the Difference: Negotiating as if Your Life Depended on It
Chris Voss, uzun yıllar FBI’ın rehine alma ve insan kaçırma vakalarındaki uluslararası baş arabuluculuğu (böyle de ilginç bir ünvan işte) görevini üstlenmiş, profesyonel yaşamı insan hayatları için müzakere ederek geçmiş biri. Emekli olduktan sonra arabuluculuk yıllarında öğrendiklerinin ve uyguladığı kendine has stratejilerin, özel hayatta yaptığımız alışverişten, iş yaşamında yaşadığımız zorluklara kadar pek çok alanda da kullanılabileceğini fark ediyor ve kendi şirketini kuruyor. 2016’da da bu kitabı yazıyor. Eseri herhangi bir kişisel gelişim kitabıyla karşılaştıramazsınız, çünkü verdiği örnekler konusunda son derece net ve mesajları çok, çok direkt. Voss’un dergahından geçsek en evetçimiz bile değme müzakereciye taş çıkartır gibi bir özgüven veriyor. Özellikle “Hayır” cevabına yüklediği anlam ve açık uçlu sorularla ilgili örneklemeleri akılda kalıcı. Gerçek insanları konu ettiği ve yorumlanmış anılar şeklinde aktığı için bir yandan da kurgu lezzeti alıyorsunuz. The Negotiator filmini sevenlere de özellikle öneririm. Ben İngilizce orijinalinden okuma fırsatı buldum ancak Türkçe’ye de “Sen Bitti Dediğinde - Müzakere ve Arabuluculuk Sanatı” ismiyle çevrildi. Konuyla ilgili olarak en iyilerden öğrenmek isteyenlere tavsiye edilir.

İzlediklerim
Her bültende önceki hafta izlediğim film veya dizilerden en çok beğendiğimle ilgili olarak yazdığım bir eleştiriye yer veriyorum.
Senarist Uygar Şirin ve yönetmen Tunç Şahin ortaklığını son olarak 2014’te, Şirin’in aynı adlı romanından uyarladığı Karışık Kaset isimli filmde izlemiştik. Öncelikle Tunç Şahin’i takibe değer buluyorum. Son olarak İnsanlar İkiye Ayrılır filminde önemli bir toplumsal konu olan ödenemeyen borçları tahsil eden aracı şirketler konusuna değinmişti ve ortaya izlenir nitelikte bir yapım çıkmıştı. Öncesinde BluTV için çektiği 7 Yüz isimli dizide ise, Türkiye’de pek benzeri olmayan, her bölümün kadro ve senaryo olarak birbirinden ayrı olduğu, Black Mirror tarzı bir örneğe imza atmıştı. Özellikle Genco Erkal’ın oynadığı çarpıcı bölümü izlemenizi öneririm. Şahin’in yapımcı tarafı ile yönetmen tarafı bazen birbirine karıştığı için yapımcı sanatı olarak adlandırılan dizi mecrasında daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Uygar Şirin ise tüm sayılarını kaçırmadan takip ettiğim Sinema dergisindeki yazılarını vaktiyle severek okuduğum bir yazar. Daha o yıllarda Karışık Pizza isimli filmin senaryosunu yine dergiden Tamer Baran ile birlikte yazarak, işin eleştirisinden mutfağına kaymaya başlamışlardı. Karışık Kaset’in senaryosunu çok sevmiştim, hele sonundaki film içinde film sahnesi Charlie Kaufman’ın ustalık eseri Synecdoche, New York’u anımsatıp gülümsetmişti. Şirin’in de Kaufman gibi kendi uzun metrajını çekmesini beklerim.

Filme gelirsek, isminin 1986 yapımı erotik drama 37°2 le matin’e (veya daha çok bilinen ismiyle Betty Blue’ya) ve Alfred Hitchcock’un İngiltere dönemi klasiklerinden The 39 Steps’e gönderme olduğunu düşünüyorum. İzmir-İstanbul yaşam tarzı ikiliği üzerinden yürüyen, sonunda ise İzmir’de karar kılan klasik bir romantik komedi 39 Derecede Aşk. Komedi unsuru olarak eklenen yan rollerde özellikle Cem Davran her zamanki gibi çok iyi. Diyaloglar, tekrarlayan replikler (mesela “hallederiz”) üzerinden kurulan yakınlık hissi güzel. Yer yer ufak tefek sapmalar olsa da şirin senaryosu ile öne çıkan, dijitalde Türkçe içerik arıyorsanız rahatça izleyebileceğiniz bir film. Prime Video’dan ulaşabilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler bülteninin her hafta Pazar sabahları yayınladığım yeni sayıları e-posta adresinize gelsin isterseniz, bültene ücretsiz abone olmak için aşağıya e-posta adresinizi yazmanız yeterli.
Bültenin hemen üst ve alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenmeniz, bültenin altında yer alana yorum kısmından görüş bildirmeniz ve ilgileneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızla aşağıdaki butona tıklayarak bülteni paylaşmanız beni mutlu eder. Hem de yazıların daha çok kişiyle buluşmasına destek vermiş olursunuz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋