Kendimce Düşünceler - 17: Sonsuzluğa ve Ötesine
Acıyla nasıl başa çıkabiliriz? 🤕 Şarkı sözleri hikâye anlatır mı? 🎵 Oku: Serenad 📚 İzle: Adsız Aşıklar 🎬
Başlarken
Bedensel sağlığınız iyi diyelim. Dengeleşiminizi tutturdunuz. Kafanız rahat, çevrenizdekilerle ilişkinizde sorun yok. Bir de yaptığınız iş, okuduğunuz okul veya düpedüz günlük hayatınız rayında gitmesin mi? Ne kaldı geriye? Hayalleriniz. Hayalleriniz kendi içinde tutarlı mı? Şimdi bu ne demek, diyeceksiniz. Maymun iştahımız bildiğiniz gibi bizi her şeyi aynı anda istemeye iter. 2025 dileklerinizi yazmak için gıcır gıcır yeni bir defter almış olabilirsiniz mesela; içi belki bir yıla sığamayacak kadar dilekle dolu. Bunlar büyük ihtimalle sağlık, mutluluk, para ve kişisel gelişim gibi alanlarda kategorize edilmiş hedef, motivasyon, temenni karışımı, ancak kendi içlerinde tutarlı kalemler. Bir de kırtasiyeden gidip alamayacağınız bir defteriniz var ya içinizde. Bazen uyumadan önce sayfaları aklınıza düşen. Kafanız bozulduğunda açıp hayalini kurduğunuz. Kimseyle paylaşmadığınız, çünkü paylaşınca insanların hemen hayallerinizi öldürmeye çalıştığı o defterde ne yazıyor? Tutarlıdan kastım işte bu defterin içi. Hem Nobel almayı hem de üçüncü nesil kahve dükkanı açmayı mı düşlüyorsunuz mesela? Hem iş dünyasına damga vurup hem de köyden toprak alıp tavuk yetiştirmeyi mi hedefliyorsunuz? Uç bir örnek vereyim. Hem devlet başkanı olup hem de yurt dışına yerleşmeyi düşündüğünüz oldu mu hiç? Tutarsız hayaller bizi içten içe mutsuz eder. Mitolojide, Girit’teki Minotor’u hapsetmek için labirentin mucidi olduktan sonra Kral Minos tarafından oğlu İkarus’la birlikte denize bakan bir kuleye hapsedilen Dadalus, oradan kaçabilmek için martılardan dökülen tüyleri balmumuyla tutturup kanatlar yapar. Kanatları takıp yola çıkmadan evvel oğluna der ki:
“Ey oğul, bu kanatlarla çok alçaktan uçma! Denizin nemi kanatlarını ıslatır. Ama çok yüksekten de uçma! Güneşin ısısı balmumunu eritir.”
Tabii İkarus güneşe çok yakın uçar ve kanatları eriyince suya düşerek hayatını kaybeder. Bu hikâyenin ana fikri, güneşe yakın uçacaksanız kanatlarınız buna uygun olmalı. Ama aynı kanatlarla hem güneşe hem denize yakın uçamazsınız.
Hayal kurmak önemli bir meziyettir. İçinizdeki hayalperestin, hayalperest taklidi yapan sabotajcı tarafından gölgelenmesine izin vermeyin. Hayallerinizle hedeflerinizi birbirinden ayırın, hedeflerinizi gerçekleştirin (evet o kafeyi açın, yumurtaları toplayın, belki bir süre Kreuzberg’de gemüsedöner yiyin), hayalleriniz içinse Oyuncak Hikayesi filminde Buzz Lightyear’ın dediği gibi “sonsuzluğa ve ötesine” uçun. Uçuşunuza eşlik edecek Kendimce Düşünceler haftalık bültenini okuduğunuz için teşekkürler. Hadi başlayalım.
Yazılardan Kısa Kısa
Her bültende o hafta blogumda yayınlanan yazılardan kısa birer tanıtıma yer veriyorum. Yazıların tam hallerine, her bir tanıtımın sonunda yer alan linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Öncelikli bir not paylaşmak istiyorum. Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında kaybettiğimiz yurttaşlarımızı rahmetle anıyor, kederli yakınlarına baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Kayıpların acısını yüreğinde hisseden milyonların, bunun gibi önlenebilir felaketlerin tekrarlanmayacağı bir Türkiye hayali için üstüne düşeni yapması dileğiyle. Böyle yürek burkan acıların bedenimizde ve zihnimizde nasıl işlendiği, nasıl sıralandığıyla ilgili bir şeyler yazmayı amaçladım. Sonuçta hızlı ve yavaş ilerleyen acıların beynimize iletilme sırası ile ilgili önemli bir açılım sağlayan Kapı Kontrol Teorisi ve hafızamızın ilk ve son anıları daha net hatırladığını ortaya koyan Seri Konum Etkisi’ne değinen bir yazı ortaya çıktı. 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde yakılan aydınlarımızdan biri olan büyük şair Metin Altıok’u da saygıyla hatırlatmaya çalıştığım Bir Acıya Kiracı isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.

Herkesin bir favori edebiyat türü olur. Ben roman severim mesela. Hele de sürükleyiciyse, bir günde bitmemesinden, bazen aklıma takılmasından, sonuna kadar sabretmenin getireceği ödülü beklemekten hoşlanırım. Kimisi öykü sever. O konsantre form, bir oturuşta sonu gelen, fazla oyalanmadan konuya girilen bu dinamik tür günümüzde yazarların romana geçmeden önceki basamağı gibi görülse de, iyi öykü okuyucuları, bir dolu öyküyle dolu kitapların içinden, başka türlü bir sabırla o iyi öyküleri arayıp bulur. Edebiyatın en yalın (bir yandan da garip bir biçimde en ağdalı) formu olan şiirle ilgiliyse Nick Hornby’nin Hece Cümbüşü’nden şu alıntı (Sel Yayıncılık, 1. Baskı, Sayfa 16) beni hep güldürmüştür.
Bana göre şiir kitapları az çok referans kitapları gibi iş görür: Ara sıra yerinden indirilip şöyle bir göz atmak amacıyla doğrudan rafa konur (yatağın yanındaki komodinin üstüne değil). (Öfkeden kudurmakta olan bir şair patlamadan evvel şu noktayı belirtmek isterim: Ben bu dünyada şiir kitabı satın alan yetmiş üç kişiden biriyim.)
Şarkı sözleri de bir tür şiirdir ve bazıları güzel hikâyeler anlatır. Bu haftanın beşli listesinde biraz unutulmuş ancak hikâyelerle dolu olan parçalardan bahsettiğim Anlatacak Bir Hikâyesi Olan 5 Adet Şarkı isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Not: Türk popüler müziğinin herhalde gelmiş geçmiş en iyi söz yazarı ve hikâye anlatıcısı olan Aysel Gürel’e saygı amacıyla 2013’te yapılan Aysel’in isimli albümü dinlemediyseniz, cover’a doymak için çalma listesini aşağıdan Spotify, buradan Youtube olarak paylaşıyorum.
Okuduklarım
Her bültende önceki hafta bitirdiğim kitaplardan en çok beğendiğimle ilgili olarak Goodreads’e yazdığım eleştiriyi paylaşıyorum.
Rönesans insanı diye bir tabir var bildiğiniz üzere. Yani, rönesans zamanı sanatçıları gibi, birden çok disiplinde eser üretebilen, tabiri caizse on parmağında on marifet insanlar için kullanılıyor. Özellikle de sanatçılar için. Garip bir yerden karşılaştırmak gerekirse, en iyi sporcuların hangi spor dalında yarışırlarsa yarışsınlar başarılı olabileceklerini, en azından üst düzey rekabetçilik gösterebileceklerini biliyorsak, en iyi sanatçıların da sanat dalı fark etmeksizin kaliteli eserler üretebileceklerini, içlerindeki ilhamı farklı formlarda başarıyla dışa vurabileceklerini bilmeliyiz. İşte Zülfü Livaneli. Saz ustası, orkestra besteleri yapabilen bir müzik dahisi, film yönetmeni, derin bir düşünür ve keyifle okunan bir yazar. Bunu tahmin olarak söylüyorum ama bence bir odaya kapanıp heykel de yapsa işin sonunda değerli bir sanat eseri çıkarmayı başarır. Yakın arkadaşı Yaşar Kemal’den el mi aldı bilmiyorum ama, erken başladığı fakat geç meşhur olduğu edebiyatçılığı özellikle bir başka.

Serenad’ı nasıl anlatmalı? Türkiye’de devlete, üniversitelere, daha da genişletmek gerekirse müesses nizama objektif bir bakış mı? Yalnız bir annenin toplumdaki yerini gösteren sosyal gerçekçi bir eser mi? Yakın tarihin, yakın coğrafyamızda tecelli etmiş, Struma’nın batışı gibi önemli unsurlarına değinen, 1940’larda ülkemizde cirit atan casusları da boş geçmeyen (Murat Yetkin’in Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nı da parantez içinde önermiş olayım) bir politik tarih kitabı mı? Yoksa hayali bir profesörü gerçek zannettiren, mektubunu imzalayış şeklinde gülümsetirken gözyaşı döktüren bir aşk hikayesi mi? İşte bunların hepsini, zaman açısından Christopher Nolan’ın Dunkirk filminde yıllar sonra bir benzerini yaptığı şekilde paralel kurguyla, bir uçak yolculuğu, birkaç günlük mihmandarlık ve birden çok ömre sığan bir öyküyü aynı anda anlatma başarısını gösteriyor. Livaneli gerçekten çok şey anlatmak istiyor, bu bakımdan yoğun, fazlaca bilgi içeren bir kitap olduğunu söylemeliyim. Göndermelerini, karşılaştırmalı tespitlerini, karakterlerinin farklı görüşlerini çok sevdim. Özellikle ikinci yarısını bir çırpıda okudum diyebilirim. Hiç Zülfü Livaneli okumadıysanız başlamak için daha kısa, daha niş konulu bir kitabını seçebilirsiniz belki ama en sevdiklerinizden biri olacağını tahmin ederim. Gönül rahatlığıyla öneririm.
İzlediklerim
Her bültende önceki hafta izlediğim film veya dizilerden en çok beğendiğimle ilgili olarak yazdığım bir eleştiriye yer veriyorum.
Bu diziyi çok sevdim. İkinci sezonu merak ettirsin diye abuk sabuk biten sonuna rağmen. Neden çok sevdim biliyor musunuz?
House tadı aldım (Başkarakterin hasarlı ancak parlak zekâsı ve çözülmeye muhtaç olayların ilginçlik düzeyi yeterli).
Halit Ergenç ve Funda Eryiğit’in kimyasını, delişmen oyunculuklarını hoş buldum (İyi film/dizi iyi oyuncularla çekiliyor).
Orijinal bir şeyler izlemekten keyif aldım (Kore dizisi uyarlaması olmayan bir şeyler izlemek nefes aldırdı).
Senaryo öncelikli bu iş için, daha önce Puhutv’ye çekilen Dip dizisinde de yazarlık başarısı gösteren Başar Başaran’ı ayrıca tebrik etmek gerekiyor (Bu isimde birinin başarısız olması zaten teknik olarak imkansız. Mahkemeye başvurup Başaranoğlu diye bir soy isim daha ekletse Oscar alması işten değil). Deconstructing Harry, Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Masters of Sex gibi esin kaynakları olduğunu düşünüyorum. Dizinin başından sonuna kadar absürtlükten asla taviz vermemiş olması ayrıca takdire şayan. Birer bölüm konuk olan başta Yetkin Dikinciler olmak üzere tüm oyunculara da alkış. Neden var olduğunu anlayamadığım tek karakter (hem iyi oyunculuğu hem de Göztepe’nin “Başbakan” lakaplı amigosu İsmail’in oğlu olmasından mütevellit sevmeme rağmen) Rıza Kocaoğlu’nun canlandırdığı Arda karakteri. Belki tüm karakterler aşkın bir yönünün temsili ve o da kıskançlığı sembolize ediyor, en iyi böyle açıklayabiliyorum. Son tahlilde Türkçe bir yapım izlemek isteyenler başta olmak üzere tüm dizi severlere tavsiye ediyorum. Netflix’ten seyredebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler bülteninin her hafta Pazar sabahları yayınladığım yeni sayıları e-posta adresinize gelsin isterseniz, lütfen aşağıya e-posta adresinizi yazarak bültene ücretsiz abone olun.
Bültenin hemen üst ve alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenmeniz, bültenin altında yer alan yorum kısmından görüş bildirmeniz ve ilgileneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızla aşağıdaki butona tıklayarak bülteni paylaşmanız beni mutlu eder. Daha çok kişiye ulaşmasına destek verdiğiniz için şimdiden teşekkürler.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋