Kendimce Düşünceler - 21: İki Yol
Para birimlerinin isimleri nereden gelir? 🪙 Tiyatro oyunlarının film uyarlamaları aynı etkiyi yaratır mı? 🎭 Oku: Agatha’nın Anahtarı 📚 İzle: İki Şafak Arasında 🎬
Başlarken
Mavisakal müzik grubu 1997’de İki Yol adlı single’ı çıkardı ve şarkı, grubun solisti Genç Osman Yavaş’ın İsviçre’de büyümesinden ileri gelen kendine has tarzı ve tonlamasıyla belleklerde yer etti, radyo ve televizyonlarda yıllarca çaldı. Nasıl başlıyordu, hatırlar mısınız?
Neden soruyorsun / Nereye gideyim? / İki yol var demiştim / Hangisini seçeyim?
Şimdi bu iki yol mevzusu çok ilginç, çünkü hayatta karşımıza çıkan her viraj, istisnasız hep iki yola ayrılır. Metaforik bir arabada olduğunuzu hayal edin. Ucu bucağı görünmeyen yollarda direksiyonun başındasınız. Mola mı versem, yoksa az daha dişimi sıkıp varacağım hedefe erken mi ulaşsam düşünceleri zihninizi sarmış. Navigasyonunuz var, robotik bir sesle gitmeniz gereken yolu işaret ediyor. Bayağı da ısrarcı. İşaret ettiği yol, kâğıt üstünde en verimlisi, otoyol belki. Bir de seçilmeyen yol var. Düşünüyorsunuz, acaba orası nasıl? Biraz deniz havası almak iyi gelmez mi? Ya taşlı, topraklı bir yolsa, lastiğe bir şey olursa? Yol üstündeki pideciyi denemek hoş olmaz mıydı? Ya yolu çok uzatırsanız? Ya geç kalırsanız? Şansınızın, o anki maceraperestliğinizin sonuçlarına olumlu / olumsuz katlanmak her zaman sizin elinizde. Her virajda değil ama bazılarında seçilmemiş yolu seçmek iyi olabilir. Şair Robert Frost’un “The Road Not Taken / Gidilmemiş Yol” şiirinin sonundaki gibi (Kendim çevirdim, profesyonel şairler ve çevirmenler kusura bakmasın):
Two roads diverged in a wood, and I— / I took the one less traveled by, / And that has made all the difference.
Ormanın birinde yol ikiye ayrıldı ve ben— / Daha az gidilmişini seçtim, / İşte bu yarattı tüm ayrımı.
Kolay mıdır bu seçim? Daha zor bir seçim sunayım. Bir yolculuktasınız, gideceğiniz yere iki yol açılmış. İkisi de birbirinden beter. Kırk katır mı kırk satır mı? Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. Amerikalıların “between a rock and a hard place” dediği türden bir seçim. İki cami arasında kalmış beynamaz. Bu durumu ifade eden öyle çok deyim var ki şaşarsınız. Hangisini seçeceksiniz?
Hugo Pratt’ın ünlü kahramanı Corto Maltese, 10 yaşında Cordoba’da yaşarken annesi Nina’nın Amalia adındaki bir falcı arkadaşına avuç içini uzattığında, kadın dehşete düşer ve Corto’ya kader çizgisi olmadığını söyler. Corto bozuntuya vermez ve hemen eve dönüp babasının usturasını alır, avuç içine kader çizgisini kendisi çeker (önemli not: bahsedilenin hayali bir karakter olduğunu unutmayın ve sakın kesici aletlerle oynamayın). Buradan alınacak ders şu. İki yol uzandığını görüyorsunuz, ikisinin de sonu hoş değil. O zaman kendi yolunuzu kendiniz açın. Yolunuzu bulurken yanınızda olmasını istediğim Kendimce Düşünceler bültenini okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazılardan Kısa Kısa
Her bültende o hafta blogumda yayınlanan yazılardan kısa birer tanıtıma yer veriyorum. Yazıların tam hallerine, her bir tanıtımın sonunda yer alan linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Kelimelerin kökenleri oldum olası merakımı celbeder. Bir nosyonun dünyanın farklı yerlerine nasıl yayıldığının, nasıl yansıdığının en güzel emaresidir kelimeler. Bir süre önce Sırbistan’da da Kuveyt’te de para birimi olarak Dinar kullanıldığını fark ettikten sonra, araştırıp kökeninin Roma döneminden bir gümüş para olan Denarius’a dayandığını öğrenmiştim. Lira ve Pound’un esasında birer ağırlık birimi olduğu zaten bilinir. Peki Dolar, Frank, Kron gibi farklı ülkelerde tedavüle girmiş para birimlerinin kökeni nereden geliyor? Ya Uzak Doğu’dakiler, pek tanımadığımız kıtalardakiler? Hepsini bir araya getirdiğim “Para Birimlerinin İsimleri Nereden Gelir?” isimli yazıda göreceğiniz üzere, insanoğlu her zaman peşinde koştuğu bu kavramı daha ulvi amaçlar için bir araç haline getirip kullanabilecekken, Kaptan Ahab gibi hiç yakalayamayacağı bir beyaz balinanın peşinde değerli ömrünü çürütüyor. Keynes’in yıllar önce öngördüğü teknolojik sonuçlara hızla ilerlerken, insanlara yalnızca insan oldukları için bağlanabilecek bir düzenli ücret sistemini ifade eden “Universal Basic Income / Evrensel Temel Gelir” kavramını gittikçe daha çok tartışmamız gereken zamanlara yaklaşıyoruz. Yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Sinoplu Diyojen (sağda, fıçının içinde), madeni paraları tahrif etme suçu isnat edilerek Atina’ya sürüldükten sonra tüm dünyevi varlıkları terk etmiş ve medeniyeti reddederek bağımsız bir ömür geçirmiş, MÖ 4. yüzyılda yaşamış bir kinik filozof. Sonradan yerleştiği Korint’e yolu düşen Büyük İskender’in (solda, değnekli), kendisini ziyaret ederken bir dileği olup olmadığını sorması üzerine, “Gölge etme, başka ihsan istemem!” cevabını vermesiyle bilinir. Diyojen acaba madeni parayı mı tahrif etmiştir, yoksa paranın temsil ettiklerini mi? Pandemi dönemi hepimize gösterdi ki, insanlar fiziksel olarak bir araya gelemediğinde dahi tüm güzel sanatlar başka formlarda devam edebiliyor, tiyatro hariç. Mimari ve müzik iyiden iyiye dijitalleşti, resim ve heykel her zamanki gibi atölyelerde, edebiyat her yerde, artık hemen her kitabı dinleyebilmek bile mümkün. Ev sineması alışkanlığını da güzelce kazandıktan sonra geriye ne kaldı? Tiyatro. Yıllar önce Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun klasikleşmiş oyunlarından Hoşçakal İstanbul’u video kulüplerde aradığımı hatırlarım (Ne gezer? Ellerinde yalnız Devekuşu Kabare komedileri oluyordu). Televizyonda ayrı ayrı birer klasik olan Hababam Sınıfı Müzikali, Artiz Mektebi, Lüküs Hayat dönerdi. 2024’te kaybettiğimiz Genco Erkal’ın, pandemi başlar başlamaz Yalınayak Sokrates, Marx’ın Dönüşü, Bilgi Yarışması gibi oyun kayıtlarını Youtube kanalında paylaşması hayatını bu sanata vermiş bir ustanın öngörülü reaksiyonuydu (buradan erişebilirsiniz). Filme de uyarlanmış tiyatro oyunları ise apayrı bir konu ve beni hep arada bırakmıştır. Sahnede bayıldığımız tiyatral duruş beyazperdede her zaman bizi çekmez. Closer, Who’s Afraid of Virginia Woolf, Sleuth gibi müthiş örnekleri var tabii. Bu haftaki beşli listede ülkemizde de sahnelenmiş, kendi seyrettiklerimden bir seçkiye yer vermek istedim. Belki tiyatroda temsiline denk gelemeseniz bile film uyarlamalarını izleme listelerinize mutlaka eklemenizi önereceğim bu eserleri konu eden Film Uyarlaması Da Olan 5 Unutulmaz Tiyatro Oyunu isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
1980’de sahnelenmeye başlayan Hisseli Harikalar Kumpanyası müzikali, Haldun Dormen’in yazıp yönettiği, Çiğdem Talu ve Melih Kibar ortaklığının ise müziklerini hazırladığı, Türkiye müzikal tarihinin aşılamayan zirvesidir. Fotoğrafta kâğıt helva molası veren ekip, soldan sağa: Ayşen Gruda, Nevra Serezli, Tarzan Çetin (Başaran), Adile Naşit, Kartal Kaan ve başrol Erol Evgin.
Okuduklarım
Her bültende önceki hafta bitirdiğim kitaplardan en çok beğendiğimle ilgili olarak Goodreads’e yazdığım eleştiriyi paylaşıyorum.
Türkçe edebiyatın en üretken yazarlarından biri Ahmet Ümit. Tabii, daha sonra filmi de çekilen Sis ve Gece dışında Ahmet Ümit'i şu an olduğu noktaya getiren karakter ise Başkomiser Nevzat (bir de yardımcısı Ali). Yıllar önce Uğur Yücel'in yönettiği ve başrolünü Haluk Bilginer ile paylaştığı Karanlıkta Koşanlar mini dizisi ile tanıdım Başkomiser Nevzat'ı. Sonra yine Ümit'in yazdığı bir çizgi roman macerası olan Çiçekçinin Ölümü'nde hatırladım. Ancak edebiyat sanatında tanışma imkânım ilk defa oluyor (bu arada yazar da karakterin devamını ancak Karanlıkta Koşanlar dizisinden sonra getiriyor. Yine bir öykü kitabı olan Şeytan Ayrıntıda Gizlidir'i yazıyor ve o da televizyona uyarlanıyor. Bu defa başkarakterlerimizi Çetin Tekindor ve Nejat İşler canlandırıyor). Kitaba gelirsek, Ümit'in hızlı tarzı dikkat çekiyor. Hemen olaya giriyor, hiç oyalanmıyor. Bizi gerçek hayata da dokunabilecek kısa kısa öykülerde dolaştırıyor. Karakterler çok gerçek, bunu söyleyebilirim. Her öykü tabii birbiriyle aynı ilginçlik düzeyinde değil ama sıkmadan okutturuyor. Bundan sonra bir de Başkomiser Nevzat romanı okuma niyetim var, bakalım vakti ve yeri bol olunca karakter nasıl gelişecek. Siz de benim gibi Yırtıcı Kuşlar Zamanı'nı okumadan önce karakteri birkaç kitapta daha göreyim diyenlerdenseniz, öykü türünde iyi bir başlangıç olabilir. Tuna Kiremitçi, Buket Uzuner gibi başka janrlarda verdikleri eserlerle ünlenmiş yazarların dahi polisiyeye kaydığı bu dönemde, bu işin Türkçemizdeki ustalarından birine dönüp bakmayı da değerli görüyorum. Öneririm.
İzlediklerim
Her bültende önceki hafta izlediğim film veya dizilerden en çok beğendiğimle ilgili olarak yazdığım bir eleştiriye yer veriyorum.
Nuri Bilge Ceylan’ı bugün bulunduğu saygın konuma getiren birkaç nitelik var. İlki, anlattığı hikâyeleri bu topraklardan bulup çıkardıktan sonra evrenselleştirmesi. Tek istisnası olan Altın Palmiye ödüllü filmi Kış Uykusu’nda bile (Anton Çehov’un öykülerinden serbestçe uyarlanmıştır) mühim olan Çehov değil, Kapadokyalı Çehov’dur. İkincisi kameranın arkasındaki objektif duruşu. Manipüle etmeden, bunu bir stil şovuna da çevirmeden, çok yetenekli olduğu fotoğraf sanatından devşirerek unutulmaz kareler yakalar. Son olarak da gerçekçi oyun almadaki becerisi. Onun için filmdeki diyaloglar, hareketler hayat gibi abartısız ve kendiliğinden olmalı. Filmleri gittikçe daha diyalog yoğun olmaya başlasa da bu gerçekçiliği bozmaz ve son döneminde giderek toplumsal gerçekçi bir tavır alır. Ahlat Ağacı filminin çekim öyküsünü anlatan Ahlat’ın Yolculuğu belgeselini aşağıda paylaşıyorum. Uzun olduğundan dolayı hızlıca göz atacaklar için, oyun verirken Nuri Bilge’nin gerçekçilik ısrarına dikkat. Youtube kanalında diğer filmleri için de böyle çekim öyküleri var. Peki şimdi ben bu haftanın filminde uzun uzun Nuri Bilge Ceylan’dan neden bahsettim? Çünkü İki Şafak Arasında filminin yönetmeni Selman Nacar’ın Türkiye’nin yeni Nuri Bilge’si olabileceğini düşünüyorum.
Gelin benzerliklere bakalım. Filmlerinin aynı zamanda senaryosunu da yazması tamam. Objektif duruş, geniş açı stil tercihi tamam. Öykülerinin Anadolu’dan çıkması tamam. Oyunda, diyalogda gerçekçilik arayışı tamam. 2021 tarihli ilk uzun metrajı İki Şafak Arasında, Uşak’ta bir konfeksiyon fabrikasında yaşanan beklenmedik bir iş kazasının ardından, fabrikanın sorumlu müdürlerinden (aynı zamanda da patronun iki oğlundan genç olanı) Kadir’i bir tam gün boyunca takip ediyor. Kadir’in vicdanıyla, korkularıyla, gelecek hayalleriyle, kaza geçiren işçinin eşiyle (her zamanki gibi harika bir Nezaket Erden performansı izliyoruz), kendi ailesiyle, en sonunda da kendisiyle bütün gün yaşadığı çatışmaları 90 dakikadan kısa bir sürede aktarmayı beceriyor film. Adalet duygusu üzerine düşündürüyor. Her ne kadar derdini kompakt bir biçimde anlatmayı beceren filmlerden hoşlansam da bence Nacar’ın daha zengin, değindiği yaraları daha fazla deşebilen senaryolar yazma, sahneler çekme yeteneği var. Etkileyici bir festival filmi seyretmek isteyenler için uygun bir seçim. BluTV ve MUBI’den izlenebiliyor.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler bülteninin her hafta Pazar sabahları yayınladığım yeni sayıları e-posta olarak gelsin isterseniz, lütfen aşağıya e-posta adresinizi yazarak bültene ücretsiz abone olun.
Bültenin hemen üst ve alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenmeniz, bültenin altında yer alan yorum kısmından görüş bildirmeniz ve ilgileneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızla aşağıdaki butona tıklayarak bülteni paylaşmanız beni mutlu eder. Daha çok kişiye ulaşmasına destek verdiğiniz için şimdiden teşekkürler.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋