Kendimce Düşünceler - 23: Çağrılmayı Beklemeyin
Oscar ödüllerinin ismi nereden gelir? 📽️ Toplumsal cinsiyet eşitliği nasıl sağlanır? 🕊️ Oku: Yılanı Öldürseler 📚 İzle: The Night Before 🎬
Başlarken
Edip Cansever’in ünlü ve episodik şiiri Çağrılmayan Yakup’ta, başkarakter kendini şöyle tanıtır:
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Çağrılmak. Her dilde aynı anlama gelen bu sözcük, modern anlamıyla hem isimlendirilmek anlamına geliyor hem de aranmak. Hep bir varoluşumuzu kanıtlama ihtiyacı içindeyiz ya, en kolay yolu bir başkasının bizi tanıması, düşünmesi, belki endişelenmesi, arayıp sorması. Şimdi bu anlattığım, az haneli bir yerde, diyelim ki köyde, kasabada, ufak bir semtte daha kolay. Süper Baba dizisinin finalinde Fiko, Çengelköy için diyordu ya “evler, dükkanlar, ağaçlar, hep aynı şeyler, aynı yüzler, aynı sesler…” diye. Sizi tanıyanlar, belki bıktıracak düzeyde varoluşunuzu kanıtlıyor. Her şeyin bir rüya olmadığına eminsiniz, böyle sıkıcı bir hayal kurmayacağınızı tahmin edersiniz (Fight Club’da Tyler Durden’ın “Hey, sen beni yarattın. Kendimi daha iyi hissetmek için ezik bir ikinci kişilik yaratmadım herhalde!” repliğini hatırladım). Peki şehir hayatında kolay mı bu dediğim? Kimseyi tanımadığınız apartmanınızda, hiçbir şey borçlu olmadığınız esnafla ilişkilerinizde, hele ki bir yerde uzun süredir çalışmıyorsanız, bir de yalnız yaşıyorsanız; bir tür köksüzlük problemi yok mu? Her yeni kuşak, bir öncekinin hem zevklerini hem de dertlerini sırtına yüklenirken, örnekse hem Taylor Swift hem de Janis Joplin dinlemeyi mecburiyetten sayarken; yıllar geçmiş, hemen hiçbir hastalık çözülmemiş, üstüne bir de kaygı problemi binmişken; nesiller boyu biriktirdiğin insan sayısı niye azalır? Ne diyordu Cansever şiirinde:
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.
O eski öyküde, gördüğü bir rüyadan ötürü Yusuf’u kıskanan kardeşleri onu kuyuya hapseder, Yusuf ise köle olarak gittiği Mısır’da yine rüya tabirleri sayesinde vezir olup ailesine geri döner. Modern, şehirli insan bazen bu varoluşsal kör kuyularda, dalsız köksüz, bir başına kalır. Ne yapmalı?

Ali Ekber Yıldırım’ın Üretme Tüket kitabında, “Yeni Köylüler” diye bir bölüm var. Şehir yaşamından sıkılıp köye yerleşen burjuvaların bir süre sonra tezek kokusundan rahatsız olup köylülerden şikâyet etmeye başlamasını konu eden nefis bir kısımdır. Kentlilik tek yön bilet kesilebilen bir hedef. Günahıyla sevabıyla burayı benimsediyseniz artık yapmanız gereken burada dallanmak, köklenmek, yeşermek. Çağrılmayı beklemeyin, çağırın. Maharet rüyayı görmekte değil de doğru tabir etmekte desek yeridir. Arkadaşlarınızı arayın, varoluşunuzu kanıtlayan sevdiklerinizi ziyaret edin. İlişkilerinizi sürdürmenin zorluğunu beraber büyüyerek aşın. Size aradığınız enerjiyi vermesini umduğum Kendimce Düşünceler haftalık bültenini okuduğunuz için teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazdıklarım
Her bültende o hafta blogumda yayınlanan yazının ve beşli listenin tanıtımına yer veriyorum. Yazılara, her bir tanıtımın sonundaki bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
97. Oscar Ödülleri geçen Pazartesi verildi ve Sean Baker’ın Anora filmi geceye damgasını vurarak Büyük Beşli olarak adlandırılan en önemli beş ödül kategorisinin (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu) dördüne layık görüldü. Bu ödüllerden en az dördünü kazanan, 97 yıllık Akademi Ödülleri tarihinde yalnızca 8 film var (Merak edenler için Anora gibi Gone with the Wind, Mrs. Miniver ve Annie Hall filmleri erkek oyuncu, American Beauty ise kadın oyuncu dallarında adaylıkta kaldı. Frank Capra’nın It Happened One Night, Milos Forman’ın One Flew Over the Cuckoo’s Nest ve Jonathan Demme’in The Silence of the Lambs filmleri ise firesiz beş ödülün birden sahibi olmuştu). Oscar ödüllerini çok severim. Kırmızı halısından, giriş monologlarına, o yıl kaybedilen film emekçilerini anma listesinden, En İyi Orijinal Film Şarkısı adaylarının canlı seslendirilmesine kadar her aşamasını hayranlıkla, merakla, heyecanla izlerim. Zihnimde o kadar çok anekdot birikmiştir ki bu konuyla ilgili, anlatsam sabah olur. Benim Oscar törenlerini ilk defa izlediğim 1997 senesine dönerek, Oscar ödülleri ve töreniyle ilgili çok bilinmediğini düşündüğüm ayrıntılara (ödülün ismi de dahil) yer verdiğim Geçmişten Gelen Oscar Heyecanı isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Not: 2005 Oscar Ödülleri verilirken, film şarkısı dalında yarışan eserlerden üçü, genç yaşta katıldığı Destiny’s Child grubu dağıldıktan sonra henüz ilk solo albümünü çıkarmış olan 24 yaşındaki Beyoncé Knowles tarafından seslendirilmişti. Les Choristes filminin harika şarkısı Vois sur ton chemin’i çocuk korosu ile birlikte söylerken, her ne kadar Fransızca konuşmadığı için telaffuzu biraz kuşkulu olsa da vokal yeteneklerini sonuna kadar kullandığı, farklı ve güçlü bir performans sergilemişti. Videosunu aşağıda paylaşıyorum.
Öncelikle herkesin, özellikle de kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. 100 yıldan fazladır kutlanan bu özel gün, aklımıza tabii ki Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramını getirmeli. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin toplumda yer alan fırsatlardan ve kaynaklardan adil bir biçimde yararlanması ve toplumsal hayatın beraberinde getirdiği sorumlulukları hakça bölüşmeleridir. Böyle bir eşitlik, ancak cinsiyetlerin her birinin ayrı ayrı ihtiyaç ve önceliklerine saygı duyularak sağlanabilir. Ülkemizde son TÜİK verilerine göre 15 yaş ve üstü nüfusun iş gücüne katılım oranı kadınlarda %30, yani erkeklerin %65’lik oranının yarısından az (Bu konunun önündeki en büyük engel kreşsizlik. Ailelerin çocuklarını gönül rahatlığıyla bırakabileceği kreş sayısı oldukça az). Kadın milletvekili ve orta/üst düzey yönetici sayısı ise %20. Oranlar yıldan yıla yükselse de artış ivmesi düşük. Ancak üzerinde durulması gereken başka istatistikler de var. Her 100 kadından 36’sı yaşadığı çevrede gece tek başına yürürken kendini güvende hissetmiyor. KCDP verilerine göre 2024 takvim yılı içinde 394 kadın cinayeti (280’i ailesi veya yakın akrabaları tarafından olmak üzere) ve 259 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Kadın hakları, insan haklarıdır. En önemli insan hakkı ise yaşama hakkıdır. Kadın cinayetlerini durdurmak bu alanda ülkenin ilk önceliği olmalı. Bu haftanın beşli listesini kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda, orta ve yakın tarihten bizzat kadınların söylediği önemli sözlere ayırdım. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İçin Kadınlardan 5 Söz isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Kadınlar günü anısına yer vermek istediğim fotoğraftaki kişi, 2008’de kaybettiğimiz, yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da tanınmış ve unutulan Donizetti operalarını insanlara hatırlatmış, “La Diva Turca” lakabı ile 20. yüzyılın en önemli sopranolarından birisi olarak kabul edilen Leyla Gencer. Angelina Jolie ve Haluk Bilginer’in başrollerini paylaştığı Maria filmi dolayısıyla Maria Callas tekrar gündeme gelmişken, Gencer’in çağdaşı Callas’la, ünlü sopranonun en iyi zamanında bile opera rolleri için başa baş mücadele edebildiğini, 1957’de San Francisco’da sahneye koyulan Lucia operasında uzun süre başrolde yer alıp seyirciye ve basına Callas’ı unutturduğunu hatırlatalım.
Okuduklarım
Her bültende son okuduğum kitaplardan en beğendiğim için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Yurdumuzdan çıkan en büyük romancı Yaşar Kemal diyoruz ya, belki bunu masalcı diye de genişletmek lazım. Çünkü Kemal, Anadolu masal ve söylencelerinin dilini o kadar iyi biliyor, Anadolu insanını öyle iyi tanıyor ki, belki kendisine sağlığında yol soranları bile Anavarza dağlarında, Çukurova kırlarında dolaştırır gibi bir masalsılıkla eğliyordu, kim bilir? Yılanı Öldürseler, bir yandan da bir tiyatro oyunu gibi, hem adım adım ana katline giden dokuz yaşındaki başkarakter Hasan’ın, hem de eşinin cinayete kurban gitmesinden sorumlu tutulan annesi Esme’nin sonu klasik bir tragedyayı andırıyor. Belki anlatıcının sürüklediği paralel kurgu olmasa daha da vurucu olacak. Bir bu bakımdan bir de Büyükana karakterinin Aliye Rona tarafından unutulmaz biçimde canlandırılışı bakımından Türkan Şoray’ın hem yönettiği hem de başrolünü oynadığı film uyarlamasının da izlenmeye değer olduğunu söyleyebilirim. Aşağıda paylaşıyorum.
Köydeki kırlangıç yuvalarının bozulduğu sahne ise büyük yazarlara has bir anlatım gücüyle bezenmiş. Okuyucuyu kırlangıç, yılan ve kartal metaforlarını da dikkatle izlemeye davet ederim. Büyükana’nın Esme’nin idam fermanını birinci dakikadan imzalaması ise kadının kadına ettiği zulüm anlamında, yine maalesef Anadolu’da envaiçeşit örneğini gördüğümüz bir gerçek. Kısa ve unutulmaz bir roman diyebilirim. Yazarla tanışmak isteyenlere de öneririm.
İzlediklerim
Her bültende son izlediğim film veya dizilerden en beğendiğim için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
Seth Rogen’ı yıllar önce ilk olarak Freaks and Geeks dizisinde izlemiştim. Sonradan birlikte birçok filmde yer aldıkları Jason Segel (How I Met Your Mother’daki Marshall Eriksen) ve James Franco da aynı diziyle meşhur olmuştur. Dizinin yaratıcılarından olan Judd Apatow, daha sonra bu tayfayla 40 Year Old Virgin, Knocked Up gibi birçok film çekti, daha çoğunun da yapımcılığını üstlendi (Unutmadan Apatow sevenler için Netflix’te üç sezonu olan Love dizisine mutlaka bakın derim). Filmlerin ortak özelliği, arkadaşlık bağlarını öncelemeleri, dumanlı kafa olmaları ve yüzde yüz yetişkinler için olmaları (Ercan Taner gibi “Aman çocuklar dikkat!” diyebilirim). Bromantic comedy denilen alt türü de bu tayfa kurdu desek yanlış olmaz. Vaktiyle 3rd Rock from the Sun dizisinde çocuk oyuncu olan Joseph Gordon-Levitt de (Inception ve 500 Days of Summer’dan hatırlarsınız) ikisi de Jonathan Levine yönetmenliğinde çekilen 50/50 ve The Night Before filmleriyle ekibe kısaca dahil olup, dezavantajlı aşık çocuğu oynadıktan sonra ekipten ayrıldı diyebiliriz. Şimdi bu filme gelince. Şu ana kadar anlattığım çerçeve size cazip geliyorsa izleyebilirsiniz. The Hangover tarzı bir senaryo diyebilirim. Güzel esprileri var, özellikle dinler tarihi ile ilgili (Kevin Smith’in Dogma’sından beri pek girilmeyen bir alandı). Sonunda da karakterlerin ahlaki gelişim yaşadığı bir yapım. Büyürken arkadaş kalmanın zorluklarını anlatan, yetişkinler için bir Noel filmi olarak özetlesem sanırım yanlış olmaz. 2015 tarihli filmle Netflix’te karşılaşınca seyretmeden geçmeyeyim dedim, eğlendim. Bu alt-alt türü ve de oyuncuları sevenlere öneririm.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler bültenini her hafta Pazar sabahları yayınlıyorum. Aşağıya e-posta adresinizi yazın ve düğmeye basın, çünkü bültene ücretsiz abone olabiliyorsunuz ve yeni sayılar size e-posta olarak geliyor.
Keyif aldıysanız lütfen bültenin hemen üst veya alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenilerinizi gönderin. Görüş bildirmek isterseniz bültenin hemen altına yorum ekleyin, mutlaka cevaplarım. Substack uygulamasını indirerek de bültene tekrar kolayca ulaşabilirsiniz.
Arkadaşlarınızla lütfen aşağıdaki butona tıklayarak bülteni paylaşın, çünkü daha çok kişiye ulaşmasına destek vermek sizi bültenin aktif bir parçası yapar. Bu yolculuk birlikte güzel 🙏
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋