Kendimce Düşünceler - 25: Pisagor'un Kupası
Kelimeler ve fikirler dünyayı değiştirebilir mi? 🌍 Adalet nasıl öncelenir? ⚖️ Oku: Retorik 📚 İzle: El Pepe 🎬
Başlarken
Diş macununu bir defa sıkıp tüpünden dışarı çıkardıktan sonra, gerisin geri tüpün içine sokmayı denediniz mi? Hemen şu an yapacağınız bir deneyle bunun olamayacağını görebilirsiniz. Hayatta bazen öyle sözlerimiz ve hareketlerimiz olur ki, bunları da işte tıpkı tüpe geri sokamadığımız diş macunu gibi geri çeviremeyiz. Umut Sarıkaya’nın karikatüründe yer alan “bir anlık kızgınlıkla attığı mesajdan önce sevgilisine ulaşmaya çalışan gencin dramı” gibi, söz ağızdan çıkar ve artık bizim kontrolümüzün dışında, karşımızdaki insanların zihinlerinde kendine yeni bir yaşam kurar. Gariptir, insanlar birbirlerine ettikleri sözleri değil, daha çok sözlerin onlara nasıl hissettirdiğini hatırlar. Hareketler de böyledir. Yaşamınızın nasıl gideceği, nasıl devam edeceği göz açıp kapayıncaya kadar verdiğiniz kararlara bağlıdır. Hele bir de sizin hareketleriniz kendiniz dışındakileri de etkiliyorsa. O zaman ne yapacaksınız? Vebal sözcüğü, köken olarak “ağır yük” anlamına gelir. Bu yüzden büyük bir manevi sorumluluk yüklenmeye “vebal altında kalmak” denir ya. Belki aynı sebeple “bin düşün bir söyle”, “öfkeyle kalkan zararla oturur” gibi atasözleri söylendi, kim bilir. Tabii bazen de hayat bizi hızlı karar vermemiz gereken durumlarla karşılaştırır. Hele hele birçok insan sizin ne söyleyeceğinize, ne yapacağınıza göre söylem ve davranışlarını ayarlıyorsa, yani kararlarınız insanları etkileyecekse? Zaman işliyor. Ne yapacaksınız? Ne yapmak istersiniz?

Bu zor soruların tek bir doğru cevabı yok elbette. Zamanın geri yönde işlemediği malum. Ancak yaşamın uzun olduğunu, sözlerinizi, hareketlerinizi geri çeviremeseniz de, bunları iyiye, sevgiye, kardeşliğe, umuda yönlendirmek, dönüştürmek için yeterli vaktinizin hep olduğunu unutmayın. Ne diyordu şair 10 yıl sonra:
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.
Bu sürekli yolculukta bir nefes olarak yanınızda yürüyen Kendimce Düşünceler haftalık bültenini okuduğunuz için teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazdıklarım
Her bültende o hafta blogumda yayınlanan yazının ve beşli listenin tanıtımına yer veriyorum. Yazılara, her bir tanıtımın sonundaki bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Kelimeler fikirleri doğurur, fikirler de kelimeleri. Birbirlerine güç vererek karşılıklı beslenen bu ikilinin bir üçüncü bacağı daha vardır tabii. O da aksiyonlar. Ölü Ozanlar Derneği filmini hatırladım bu hafta. Özellikle de öğrencilerin, onlara kelimelerin gücünü öğreten değerli hocalarını, sıraların üzerine çıkarak, Walt Whitman’ın şiirinden alıntı olan “Oh Captain! My Captain!” sözleriyle selamladıkları sahnesiyle hafızamda yer etmiştir. Bu sahnede öncelikle gençlik vardır. Herkesin Z kuşağını eleştirmenin dayanılmaz hafifliğini yaşadığı günümüzde, bu kuşaktan henüz 20’li yaşlarının başındaki gençlerin sergilediği cesareti düşünün, işte onun gibi. Yine yitip giden dostlarına edilen bir veda vardır. Bizden önce kendini feda edenleri bulutlu gözlerle andığımız gibi. Filmde öğretmenleri John Keating, “Size kim ne derse desin, kelimeler ve fikirler dünyayı değiştirebilir!” der. Ne kadar da doğru… Halil Cibran’ın kaleminden şu güzel kelime topluluğunun bize hissettirdikleri gibi:
Her kışın yüreğinde titreyen bir bahar ve her gecenin peçesinin ardında gülümseyen bir şafak vardır.
Whitman’ın şiirinde mersiyede bulunduğu Abraham Lincoln’den de bahsettiğim Kelimelerin Gücü isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Lübnan asıllı Amerikalı yazar ve şair Halil Cibran, ana dilindeki yapıtlarının ardından, İngilizce yazılıp yayınlanmış 1923 tarihli ilk kitabı olan Ermiş ile tüm dünya tarafından tanındı. Maruni Kilisesi’ne bağlı Hristiyan bir aileden gelen Cibran, 1908’de Paris’te sanat eğitimi alırken (fotoğraf o yıldan) Jön Türklerden etkilenen düşünürlerle karşılaşır ve bu tarihlerde benimsediği anti-klerikalizm (ileri düzey sekülarizm) anlayışı dolayısıyla eserleri Osmanlı Devleti’nde yasaklanır. Adalet duygusu en yüksek duygumuz. İçinde dürüstlük, nesnellik, ahlak, önyargısızlık, vicdan, fırsat eşitliği gibi birçok nosyon barındıran, görünüşte karmaşık, ancak özünde doğal ve sahici bir değerler bütünü. Çünkü insanlar doğal olarak doğru ile yanlışı ayırt etme beceresine sahiptir (felsefeci John Locke’un öne sürdüğü tabula rasa kavramına ve empirizme bu açıdan itirazım var). Doğuştan şefkat, merhamet, özgecilik gibi üstün özelliklerle donatılmışlardır. Kötü özellikleri de yok mudur? Bencillik, zalimlik, haset gibi… Vardır elbet. Hangisi öne geçer? Cherokee Kızılderililerinin meşhur hikâyesindeki gibi:
Kızılderili şefinin çadırının önüne bağlı iki kurdun birbiriyle dövüştüğünü gören torun, “Bunların isimleri nedir?” diye sorar. “İyilik ve kötülük,” der yaşlı şef, “bunlar devamlı dövüşürler,” diye ekler. “Peki hangisi kazanır?” diye sorar torun. Şef şöyle cevap verir: “Hangisini beslersem o kazanır.”
Adalet duygusunu korumak için tarih boyunca birçok toplum, adalet duygusunu sarsan unsurlara mukavemet etmiştir. Bunların en görkemlisi, şiddetsiz direnişlerdir. Bu haftanın beşli listesinde Henry David Thoreau’nun yıllar önceki makalesine de atıfta bulunarak böyle örneklere yer verdim. Adaleti Önceleyen 5 Şiddetsiz Direniş Örneği isimli yazıyı okumak için buraya tıklayın.
Mısır’ın Ölüler Kitabı’ndan bu sahnede, bir kişi öldükten sonra Duat isimli yer altı dünyasında kurulan hakikat terazisinin bir kefesine ölünün kalbi, diğer kefesine adalet tanrıçası Ma’atın Tüyü konur. Eğer kalp iyilikle doluysa tüye göre hafif gelir ve ölünün ruhu Osiris’in huzuruna kabul edilir. Kalp kötüyse tüye göre ağır gelir ve resimde terazinin altında görülen timsah başlı Ammit tarafından yenir.
Okuduklarım
Her bültende son okuduğum kitaplardan en beğendiğim için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Retorik: Konuş, Etkile, İkna Et
Retorik, bildiğiniz gibi söyleyeceklerini etkili ve ikna edici şekilde iletme sanatı. Aristoteles zamanından beri politika ve eğitim gibi birçok alanda kullanılıyor, tabii günümüzde iş dünyasının da olmazsa olmazı. Oğuz Benlioğlu’nun 2023 tarihinde çıkan bu kitabını okuyanlar, belki Benlioğlu’nun eğitimlerinden veya Youtube kanalından gelmiş olabilir; bense kitabı referans üzerine edindim ve bu uzmanı ilk defa yazdıklarından tanıdım. Öncelikle konunun felsefi temellerini yadsımayan, son derece teknik bir eser olduğunu belirtmeliyim. Safsatalar üzerine yine iyi bir kitap olan Yalın Alpay’ın Yalanın Siyaseti isimli eserindekine benzer biçimde, konunun kavram uzayı orijinal Latincesinden kuruluyor ancak gözünüzü korkutmasın, uzun bir kitap değil ve konuşma diliyle, akıcı bir biçimde yazılmış. Bence nokta atış birçok tespit yapıyor ve gerçek hayat senaryoları üzerinden öneriler de veriyor. Kitabın en iyi yanlarından biri sonunda yer alan kaynakça. Akademik bir eser gibi her referansını kaynakçasıyla bağdaştırmıyor. Ancak yazarın kitapta övündüğü gibi zengin bir mirasın yoğurduğu bir metin olduğunu da hissettiriyor ve öte okuma listeleri için fikir veriyor. Tek söyleyebileceğim eksi yön kitabın redaksiyonunda gözle görünür problemler olması, özellikle de/da eklerinde çok hata var. Yani iyi redakte edilmiş bir baskı daha istiyor. Yoksa 5 üzerinden 5 yıldız vermek işten değil. Topluluk önünde konuşma, ikna, etkili iletişim gibi konularda kendini geliştirmek isteyenlere önerilir.
İzlediklerim
Her bültende son izlediğim film veya dizilerden en beğendiğim için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
Emir Kusturica’yı Çingeneler Zamanı, Underground gibi kara komedileri ile ilgiyle takip ederim. Tabii Kusturica’nın başarısından bir aslan payını da film müziklerini yapan Goran Bregović’e vermek lazım. Ederlezi, In The Death Car, Kalasnjikov gibi şarkılarını şu anda çalsa hemen hatırlarız ve dans ederiz (aşağıya 1997 tarihli bir canlı performans ekledim, buyurun dinleyin). Kusturica’nın 2008’de Diego Maradona ile ilgili yine Güney Amerika’da geçen bir belgeseli daha var. Bence o noktada bu kıtayı tanıyıp sevdi ve Güney Amerika’nın İsviçre’si denilen, hem demokrasi düzeyi hem de kişi başına düşen milli geliri ile Batı Avrupa ülkeleri standartlarında olan Uruguay’ın yaşayan efsanesi José Mujica (ya da daha çok bilinen lakabı olan El Pepe) üzerine bir belgesel çekmeye karar verdi. 2018 tarihli film, ağırlıklı olarak Mujica’nın devlet başkanlığı döneminin son günü olan 1 Mart 2015’te geçiyor ve tüm gün boyunca El Pepe’yi takip ediyor. Yol arkadaşları ile röportajlara ve Costa Gavras’ın 1972 tarihli filmi The State of Siege’den parçalara da yer veriyor.
José Mujica 1935 doğumlu bir çınar. 2024’te yemek borusu kanseri teşhisi konduğunu ilan ederek sevenlerini üzse de, Uruguay’da ve dünyada fikirlerine değer verilen biri olmayı sürdürüyor. 1960’ların hareketli gençlik yıllarının ardından, 1973 yılında gerçekleşen askeri darbe sonucunda, büyük çoğunluğu tek kişilik hücrede olmak üzere tam 13 yıl boyunca hapiste kalıyor. 1985’te yeniden özgür seçimler yapılmaya başlandığında dışarı çıkıyor ve bu defa dünyayı değiştirme gayesini siyasetle gerçekleştirmeye çalışıyor. Senatörlük ve tarım bakanlığı görevlerinin ardından, nihayetinde 2009 yılında devlet başkanlığı seçimini de kazanıp 5 yıl süreyle başkanlık yapıyor. Yoksulluğa karşı mücadele ediyor, özgürlükleri arttırıyor ve kapitalizmi belirli bir mesafede tutmayı başarıyor. Uruguay’da devlet başkanlığı üst üste iki dönem yapılamıyor, o sebeple başarılı döneminin ardından 2015’te koltuğu devrediyor. Üç buçuk milyon nüfuslu ülkede kişi başına düşen milli gelir 23.000$ düzeyinde ve rejimi kusursuz bir demokrasi sayılıyor. Mujica, bir tür bilge başkan olarak (Platon’daki filozof kral gibi), maaşının büyük bölümünü yoksullara bağışlıyor, sarayda değil köyde çiftlikte oturuyor ve eski model mavi bir vosvos arabaya biniyor. Ancak bu tevazusu bütün dünyada saygı görmesini engellemiyor. Âşık olduğu devrimci yoldaşı Lucía Topolansky ile (kendisi de siyasetçi) nikah kıymaları da ancak 2005 yılını buluyor. Belgeselde sorulması üzerine, tek pişmanlığını mücadele içinde geçen ömrüne çocuk yapmayı sığdıramaması olarak belirtiyor. El Pepe’yi tanımak güzeldi, filmin adına referans vererek üstün hayatını anlatan belgeseli izlemek de öyle. Netflix’ten erişebilirsiniz.

Kendimce Düşünceler bültenini her hafta Pazar sabahları yayınlıyorum. Sadık bir dost gibi, söz verdiği saatte e-postalarınızda olsun istiyorum. Abone olmak ücretsiz. Hadi abone olun.
Keyif aldıysanız lütfen bültenin hemen üst veya alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenilerinizi gönderin. Görüş bildirmek isterseniz bültenin hemen altına yorum ekleyin, mutlaka cevaplarım.
Son olarak okumayı, öğrenmeyi ve gelişmeyi seven arkadaşlarınızla ilginç bir şeyler paylaşmayı seviyorsanız, lütfen aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşın.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋