Kendimce Düşünceler - 33: Unut
Mesudiyeli Mesut, Paterson ve içimizdeki şiirleri yeniden söylemek üzerine 📓 19 Mayıs -> Kirsty Coventry 🏊♀️ Oku: "Haklı Çıkma Sanatı - Arthur Schopenhauer" 📚 İzle: "A Simple Favor - Paul Feig"🎬
Başlarken
Tecrübe ettiğiniz her ayrıntıyı hatırlamak zorunda kaldığınızı düşünün. Bir bulutun belirli bir gündeki her hareketini, karşılaştığınız tüm insanların bütün mimiklerini, olayların hepsini, bir yazının noktalama işaretlerini, bir acının soğan gibi ince ince katmanlarını, aynadaki aksinizin en ufak değişimlerini, ışığın göz kamaştırıcı huzmelerini, bir dalganın renk paletini, şarkı söyleyen birinin yaptığı her hatayı, vicdan azaplarını, sevinçlerin çağrıştırdıklarını ve sayamayacağım kadar çok detayı.
Usta yazar Jorge Luis Borges’in 1944 tarihli kısa hikâyesi “Funes el memorioso / Unutmayan Funes” tam da böyle bir karakteri anlatır. Attan düşen Funes, duyumsadığı her şeyin bütün ayrıntılarını hafızasında tutmaya başlar. Okuduğu bir kitabı kelime kelime aktarabilir. Karakterin kendi ifadesiyle “dünyanın dünya olduğundan beri yaşamış tüm insanlardan daha fazla” anısı vardır. 19 yaşındaki Funes’i ziyarete gelen ve bu kadar hatıranın onu piramitlerden ve kehanetlerden bile yaşlı kıldığını aktaran anlatıcımız, karakterin düşünme yetisine ise şöyle bir eleştiri getirir:
Düşünmek, farkları unutmak, genellemek, soyutlamaktır. Funes’in fazlasıyla dolup taşan dünyasında ise yalnızca ayrıntılar vardı, neredeyse birbirine bitişik ayrıntılar.
1988 tarihli Rain Man filminde Dustin Hoffman’ın Oscar ödüllü bir performansla canlandırdığı Raymond Babbitt karakteri, literatürde savant sendromu olarak geçen ve yaklaşık milyonda bir görülen bu hiçbir şeyi unutmama durumundan muzdaripti. Karaktere ilham vermiş gerçek hayattan bir savant (kimilerine göre megasavant) olan ve 2009’da hayata gözlerini yuman Kim Peek, ortalama bir IQ’ya sahip olmasına rağmen, okuduğu veya dinlediği her şeyi yıllar sonra bile aynı netlikte tekrarlayabiliyordu. 58 yıllık hayatı boyunca farklı dallarda yaklaşık 12 bin kitabı okuyup ezberlemişti.
Unutmaya müsamaha etmek, öncelikle kendimize karşı yapabileceğimiz bir iyilik. Olayların özünü, iletişim kurduğumuz insanların duygularını, sevdiklerimizin yüzlerini, bir de emin olduğumuz değerlerimizi hatırlamamız yeterli. Unutmanın en kolay yolu da yazmaktan ve yalnızca gerektiğinde dönüp bakmaktan geçiyor. Böylece yeni düşüncelere yer açabilirsiniz ve dolu bardağı doldurmaya çalışmazsınız. Düşünmeye fırsat tanıma yolculuğunda yanınızda olan Kendimce Düşünceler’i okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Hadi başlayalım.
Blogumdan
Her sayıda, blogumda o hafta yayınlanan yazıyı paylaşıyorum.
İçimizdeki Şiir
Kült yönetmen Jim Jarmush'un 2016 tarihli bir filmi var: Paterson. Başrolünde Adam Driver'ın oynadığı Paterson, şiir üzerine bir film. İsmi de Amerikalı şair William Carlos Williams'ın, doğup büyüdüğü şehir olan Paterson, New Jersey'e ithaf edilmiş. Williams, James Joyce'un Ulysses'ini okuduktan sonra ünlü yazarın Dublin için edebi olarak yaptıklarının aynısını kendi memleketi için yapmak istemiş ve Paterson isimli beş ciltlik bir destansı şiir yazmış. Filmimiz, otobüs şoförü bir şair hakkında. Sabah işe gitmeden önce ve öğle aralarında şiir yazan kahramanımızın, hayatın garip bir cilvesiyle ismi de Paterson.
Patersonlı Paterson'ı ilk duyduğunda insanın aklına tabii 1986 tarihli bir başka film, Ümit Ünal'ın senarist, Kartal Tibet'in yönetmen koltuğunda oturduğu ve başrolünü Şener Şen'in oynadığı Milyarder geliyor. Filmde Mesudiye kasabasında istasyon şefliği yapan Mesut'un, piyangoda büyük ikramiye kazandığını öğrendikten sonra değişen çevresi ve alt üst olan dünyası anlatılıyordu. Filmin sonlarına doğru Mesut'un şahane bir tiradı var. Sahne de çok iyidir ama şu pasaj zirvesi oluyor, aşağıda paylaşıyorum.
Ne Milyarmış Ama Şu Milyar?
Mesudiyeli Mesut, ne kadar küçük bir dünyan varmış! Gerçek sandığın hiçbir şey gerçek değilmiş!
Mesudiyeli Mesut, adı üstünde mutlu insanların yaşadığı kasabasını hiç tanıyamadığını anlıyor ve her şeyi ardında bırakıp kasabadan ilk giden trene binmeye karar veriyor. Sonunda, yanında parası uğruna kalmamış olan tek tanıdığı, Münir Özkul'un oynadığı emekli piyangocu, yani aslında bir yabancı ona soruyor.
Peki, kendinden kaçabilecek misin?
Yani diyor ki, sen yalnız Mesut değilsin, Mesudiye'sin aynı zamanda. Şimdi tekrar bir başka taşıt yönlendiriciye, yani otobüs şoförü şair Paterson'a dönelim mi?
Şiir Soluyorum!
Hayatı boyunca şiir okuyan, şiir yazan Paterson, hayatının anlamının peşinden koşmuyor. Sorulunca şair olduğunu söylemiyor. Şiirlerini yazdığı defterin bir kopyasını bile çıkarmıyor. Çok yetenekli olmasına rağmen adeta bir başkasının hayatını yaşıyor. Filmin düğüm noktasında da, aynı evi paylaştığı kız arkadaşının köpeği tarafından defterinin parçalandığını öğreniyor. Sonra ne mi yapıyor? Hiçbir şey. Boşlukta sallanırken karşısına bir yabancı çıkıyor. Japon bir şair.
Konuşmalarında, şiir sevip sevmediği ile ilgili soruya "Şiir soluyorum!" yanıtını veren bu yabancı, kendi şiirlerini yazdığı defteri gösterirken, şiirlerinin başka dile çevirisi olmadığını söylüyor, çünkü kendi ifadesiyle:
Çeviri şiir, yağmurluk giyerek duş almaya benzer.
(Buraya bir parantez koyalım. Edebiyatın bu en kısa ve en özgün, hayatı tasvir etmekte en kabiliyetli türü, gerçekten de çevrilemez. Ancak yeniden söylenebilir. İşin güzel yanı, yeniden söylenirken bazen Zümrüdüanka gibi görkemli bir biçimde küllerinden doğmasıdır. Örnek, her ikisi de birbirinden güzel iki yeni şiir olan, Can Yücel ve Talât Halman'ın Shakespeare'in 66. Sone'sini yeniden söylemeleri. Bunların hangisi çeviridir? Cevap, hiçbiri. Ve şiirleri yeniden söylemek zevkli, heyecanlı, cesaret isteyen bir iş burası kesin. Parantezi kapatalım.)
Bu yabancı şair, Paterson'a boş bir defter armağan eder. Çünkü, der ki:
Bazen boş bir sayfa en fazla olasılığı sunar.
Patersonlu Paterson da tıpkı Mesudiyeli Mesut gibi ihanete uğramıştır. Evet, belki yalnızca oyunbaz bir köpek tarafından. Ancak asıl kendi kendini sabote etmiştir bunca zaman. Bu kent ve şair bir bütündür, kopamaz. Paterson, Paterson'u içinden çıkarırsa geriye ne kalır? Kendi içsel dilinden söylemezse dünyaya ne anlatabilir? Paterson'un yırtılan defteri bir anlamda Mesut'un filmin en sonunda yırttığı biletidir. Paterson'un boş sayfaları Mesut'un oturduğu boş vagondur. Zaten doldurduğumuz her boş sayfa, önceden doldurduğumuz sayfaların yeniden söylenişi değil midir?
Beşli Çağrışım
Her sayıda, birbiriyle başta ilgisiz görünen bir kavramdan diğerine beş maddede çağrışım yaparak ulaşma oyunu oynuyoruz. Bu hafta 19 Mayıs’tan yola çıkıp Kirsty Coventry’ye varıyoruz. Siz de farklı yollarla ulaşmayı deneyebilirsiniz. Ayrıca, beşli çağrışım isteklerinizi yorum olarak bırakabilirsiniz.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı minnet ve sevgiyle kutlu olsun. Kurtuluş Savaşımızın fiili başlangıcıdır ve 1938’den itibaren resmen bayram olarak kutlanır.
Samsun’a çıktıktan sonra Havza’ya tırmanışları esnasında arabaları bozulan Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşları mecburen yürürken, bir yandan da o dönem popüler olan Gençlik Marşı’nı söylerler. Pek bilinmeyen son kıtası şöyle:
Her geceyi güneş boğar, / Ülkemizin günü doğar.
Yol uzun da olsa ne var, / Yürüyelim arkadaşlar!
Marşın aslı, İsveçli besteci Felix Körling’in 1894 tarihli “Tre trallande jäntor / Üç neşeli kız” isimli çocuk şarkısıdır.
Şarkıyı ülkemize getiren, 1911’de 37 yaşındayken (öğrenmenin yaşı yok) İsveç Kraliyet Beden Eğitimi ve Jimnastik Akademisi’ni tamamlayarak yurda dönen, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) Türkiye temsilcisi Selim Sırrı Tarcan’dır.
Haziran 2025 itibariyle göreve başlayacak olan Kirsty Coventry, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin 131 yıllık tarihindeki onuncu başkanı ve aynı zamanda ilk kadın başkanı olacak.
Okuduklarım
Her sayıda, son okuduğum kitaplardan biri için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Haklı Çıkma Sanatı
Aydınlanma Çağı’nın hemen ardından gelen ancak eserleri bu dönemin akılcılığını ve iyimserliğini, irrasyonel bir irade temeliyle eleştiren Arthur Scopenhauer’in bu kitabı diğerlerine pek benzemiyor. Haklı Çıkma Sanatı veya Aristoteles’in tasnifi ile Eristik Diyalektik, tartışma sanatı olan diyalektik ile safsata yapma sanatı olan sofizmin arasında yer alan, yine Platon okulundan çıkma bir kavram. Yazar bu sanatın gerekliliğini her zamanki karamsar tavrıyla şöyle açıklıyor:
İnsan belli bir konuda objektif olarak haklıyken, izleyenlerin gözünde ve hatta bazen kendi gözünde de haksız kabul edilebilir. Bu durumda karşımdaki tartışmacı benim kanıtımı çürüttüğünde, aslında belki başka kanıtlar da olabileceği halde, savunduğum önerme çürütülmüş sayılmaktadır.
Scopenhauer’e göre insanlar tartışmaları safi dürüstlükle yapmaz, öyle olsaydı haklı çıkmak yerine beraberce objektif doğruyu bulmaya çalışırlardı. Kitap da böyle bir durumda hangi teknikleri kullanarak tartışmalarda haklı çıkarsınız, size karşı bu teknikler kullanılırsa nasıl cevap verirsiniz, bunları bayağı bayağı doğu felsefesi tarzı strategemler, diğer bir deyişle hilelerle aktarıyor. Giriş kısmı ağır olsa da, hilelerin anlatıldığı bölümler oldukça oyuncu ve zekâ ürünü. Bir oturuşta okunabilecek bir eser, felsefeyle ilgilenenler dışında bir de söz ve tartışma sanatlarına meraklı olanlara öneririm.

İzlediklerim
Her sayıda, son izlediğim film veya dizilerden biri için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
A Simple Favor
Yazar Darcey Bell’in 2017 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan 2018 tarihli filmimiz, romantik komedi gibi başlayan bir kara komedi, dahası cinayet gizemi alt türünde, dolayısıyla polisiye bir yanı da var. Güvenilmez anlatıcı tekniğinin uygulandığı yapım, birden çok ters köşeye gebe. Başrolündeki iki kadın oyuncu, femme fatale Blake Lively ve komşu kızı Anna Kendrick, canlandırdıkları karakterlere adeta cuk oturmuş. Yapımı çoğunlukla bu iki oyuncu sürüklüyor diyebilirim. Filmin yönetmen koltuğunda oturan Paul Feig’i yine kaderin bir cilvesi mi dersiniz bilmiyorum ama Kendimce Düşünceler’in birçok sayısında sitayişle bahsettiğim Freaks and Geeks dizisinin yaratıcısı olarak tanımıştık. Filmin kitaptan uyarlama olduğu 100 metreden seçilse de, özellikle her karaktere has öznel bakış açısını vermekte mahir olduğunu düşündüm. Bu arada filme adını veren “küçük bir rica” ebeveynler için tanıdık ve izlemesi ayrıca keyifli bir yan temayı da beraberinde getiriyor; yani çocuklarının okul hayatı sırasında velilerin birbirlerine karşı tutum ve davranışları da güzelce ele alınıyor. Prime Video’da 2023 tarihli devam filmini (Another Simple Favor) görünce, öncelikle ilkini izlemek üzere ekran başına geçecekseniz filmi Max ve TV+’ta seyredebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler, sadık bir dost gibi, her hafta pazar sabahları söz verdiği saat olan 9:00 sularında bülten formatında e-postalarınızdaki yerini alıyor. Size ilham vermesi için tek yapmanız gereken ücretsiz bir biçimde abone olmak.
Keyif aldıysanız lütfen bültenin hemen üst veya alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenilerinizi gönderin. Görüş bildirmek isterseniz bültenin hemen altına yorum ekleyin, mutlaka cevaplarım.
Fanzin okumayı ve her şey hakkında bilgi sahibi olmayı seven arkadaşlarınızla ilginç bir şeyler paylaşmak isterseniz, bu defa aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋
Unutmak, çoğu zaman da unutmamak için liste tutanlar için ne demeliyiz? Belki bir gün Nick Hornby "Ölümüne Sadakat" hakkında da yazarsın.
Utku selam. Bültenlerini severek okuyorum. Eskiden güzel pazar ekleri olurdu. Hiç boş yazı olmazdı içinde. O tadı alıyorum. Hafiften gıpta etmiyorum da değil:) çok selamlar sevgiler .