Kendimce Düşünceler - 44: Genç Kalbi Şefkat İster
Kısa bir yaz molası. 🙏 Uzun yürüyüşlerde neler düşünürüz? 🚶 Robin Williams -> Otuz Beş Yaş. ✍️ Oku: "Anarşist Banker - Fernando Pessoa" 📚 İzle: "North By Northwest - Alfred Hitchcock" 🎬
Başlarken
Bir Not ve Teşekkür: Kendimce Düşünceler 44 haftadır kesintisiz olarak yayınlandığı ilk sezonunun ardından Eylül başına kadar mola veriyor. Bu sayıya kadar sürekli artan ilginiz, beğenileriniz, yorumlarınız için çok teşekkürler. Molada biraz biriktirip tazelenerek 45. sayıyı yeni sürprizlerle hazırlamak istiyorum. Ağustos ayı boyunca notlar kısmında tabii ki aktif olacağım, Selim Başbuğ’un farklı türlerde yazarları bir araya getirdiği
dergisinde Ağustos ayının ilk perşembe akşamı yeni yazımı okuyabileceksiniz. Belki bu aralıkta ’in eski sayılarına da bir göz atmak istersiniz ☺️ Ayrıca Substack platformunda geçirdiğim yaklaşık 10 aylık yazma sürecimde keyifle takip ettiğim, desteklerini hep hissettiğim, kültür-sanat-felsefe-sosyoloji havsalanızı bonkörlükle besleyecek yazılarıyla ’ın “Masamdakiler” yayınını ve ’un “Flanör’ün Notları” yayınını da bu vesileyle tekrar önermek isterim.Tekrar görüşmek üzere, siz değerli okuyuculara en içten sevgilerimi göndererek başlangıç yazısına geçiyorum. İyi okumalar!
Gençlerin kalbi acıları pek bilmez.
Euripides’in Medea’sında girişte Sütnine karakterinin ağzından dökülen bu sözler ne anlatır? Antik dönemin üç büyük tragedya yazarından biri olan Euripides (merak edenler için diğerleri Aiskhylos ve Sophokles), henüz MÖ 431 yılında yazmıştır bu satırları. Anneleri Medea’nın duygularını anlayamayan çocuklarına, Euripides’in getirdiği eleştiri acaba günümüzün Z kuşağına yapılan eleştirilerin bir öncülü müdür?
Bir toplumda liderliğin istisnasız bir ağırlıkla yaşça büyük kişilerin elinde olduğu yönetim bakış açısına gerontokrasi deniyor. Brejnev dönemi SSCB’si buna örnek olarak verilir genellikle, ancak modern kapitalist toplumlarda da çok sık rastlanıyor. Peki bir lider, liderlik ettiklerini neden güçlendirmek istemez? İki cevabı olabilir. Ya güçlendirecek kadar güvenmiyordur ya da kendisine rakip yaratmak istemiyordur. Oysa kuşak değişimlerinde farklı kuşakların arasında kültür ve iletişim bağlarını kurabilmek de yine yaşça büyük, tecrübeli liderlere düşer. Bunun en çarpıcı örneği takım sporlarında olur. Oyuncuların yaşları gözetilerek belirli bir zaman çizelgesine göre oluşturulan takımlar bazen bütün yaşça büyük oyuncularını bir anda elden çıkarır (ya da örneğin milli takım ise aday kadroya çağırmaz). Yalnızca gençlerden oluşan bir kadro ise olgunlukla gelen bilgelikten yoksun kalır. Yine lidere dönersek, “bu bilgeliği vermesinin yolu nedir?” derseniz; tabii ki yeri ve zamanı geldiğinde sahneyi o yanındaki potansiyele bırakmasını bilmesidir.
Woody Allen’ın 2011 tarihli harika filmi Midnight in Paris’te, başkarakter Gil Pender her gece 1920’lerin Paris’ine bir zaman yolculuğu yapar. Hemingway, Picasso, Fitzgerald, Stein ve Dali’nin fırtına gibi estiği şehrin o yıllarına önce büyük bir nostalji duyar. Derken hiç beklenmedik bir şey olur ve karakterlerimiz bir kere daha geçmişe döner. Belle Époque çağı Moulin Rouge’unda masalarına misafir olduğumuz Toulouse-Lautrec, Gaugin ve Degas’ın sohbetinin konusu Paris’in en iyi döneminin rönesans zamanı olduğudur. Bence filme senaryo Oscar’ını kazandıran detay da işte burada. İstisnasız her nesil geçmişi özler, kendisinden sonrakileri ise hiçbir nesil beğenmez. Ancak bu rahatsızlık duygusunu delip geçebilen, yerle yeksan edebilen bir başka duyguyla daha doğmuşuz: Şefkat.
Tina Oziewicz’in “Kimse Bakmazken Duygular Ne Yapar?” isimli çocuk kitabında her duygu bir aksiyonla anlatılır. Şefkat için orada şöyle diyor:
Şefkat, salyangozların kaldırımdan geçmesine yardım eder.
Ben bu tanımı çok seviyorum, çünkü koçluk pratiklerini çağrıştırıyor. Koç (coach) kelimesinin birinci anlamı at arabasıdır (komik ama gerçek). At arabaları, insanları bir yerden alıp bir yere götürür. Koç da birinin kendi başlangıç noktasından yola çıkıp hedefine ulaşmasını sağlamaya yardımcı olan bir yol arkadaşıdır. Koçluk, takım arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, aile veya dostlar, hangi sosyal iletişimde olursak olalım; müşfiklik gösterdikten sonra aşılmaz duvarların hepsi yıkılır, kuşak farkları da kapanır. İster boomer olun isterseniz zoomer (bu da yeni çıktı), iletişimde mottonuz şefkat, itina ve dürüstlük olsun. O zaman gençlerin merakı da artar, bilgisi de.
Kuşaklar arası yolculukta yanınızda olan Kendimce Düşünceler’i okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Hadi başlayalım.
Blogumdan
Her sayıda, blogumdan bir yazıyı paylaşıyorum. Genellikle yakın tarihli oluyor ancak bu yazı 2009’dan, sahil bulvarında bir sabah yürüyüşündeki bilinç akışından ileri geliyor. Vinyet günümüzden, düşünceler geçmişten.
Kıyıdaki Ben
Kıyıya uğrayan karabatağın bir parıltı gibi kayboluşu, denizin üstünde beklenmedik bir ayrılığı işaretlercesine duran gül yaprakları, ufukta bulutların şekilsizliği ve geçtiğim sahil şeridinin sonsuz uzunluğu, ön tamponunu yitiren bir otomobilden arda kalan keder, telefonda birkaç cümle için üşüyen ellerim, susmayan düşünceler, bir şarkının eninci tekrarına hastalıkta ve sağlıkta bağırarak eşlik etmek, 90'lı yılların mutlu bir hatıra olması, içinin burulması, gerçekleşmeyecek hayaller kurmak, örneğin eski bir filmde salon dansları icra etmek, bağrındaki yumruğun kuş olup uçması fakat bir martının bedeninde yeterince anlam kazanamaması, yürümek için benzine ihtiyaç yok, çoğu zaman karşılaştığım kırmızı gömlekli pancar suratlı adam, santa nikola'nın memlekete dönerken alman çikolatası ve nivea krem getirmesi ihtimali, spor ayakkabıyı bu günlere taşıyanları alınlarından öpmek, tuzak misinalar, artık hiç bisiklete binmiyor olmak, belki iki tekeri oldum olası sevmemek, okulu kırıp on kişi gezen liselilerin zekasından şüphe etmek, üniversitede otuz kişi sinemaya gitmek, kaldırım taşlarında dünyanın ritmini sezmek, bir insan ıslanmak dileğiyle dalgalı denize paralel yürür mü, soru işaretlerini çekmeceye kaldırmak, yürüdüğüm yolun gece farklı bir yere dönüşmesi, eskiden takvim okumam, vaktiyle barındırdığım temiz özellikler, terden gözlerimin yanması, o kadar boşvermek ki artık hiçbir şeyi varsaymamak, o güller gerçekten kurudu mu diye düşünmek, hayatta kelimelerin kifayet etmeyeceği ne kadar da çok şey olması, bir metreden kısa olduğum zamanlar, küçük çocukların yalan yanlış anekdotlarla dolu rastgele diyalogları, çocuklara has acımasızlık pratikleri, kendi çocuğunu öyle güzel yetiştirmek ki, belki zengin bir kahvaltı olasılığı, dönüşte çayını hazır bulmak, dönüşte hazır bulunmak, dönünce bulmak, dönmek ve bunların hepsi bir yana, hafızanın kısa ömürlü bağları kopmadan az evveli aklına gelmeye zorlayarak, birkaç saniye öncesine zaman yolculuğu yapman, bu şekilde tüm düşünce haritanı ortaya çıkararak kendini tanımaya bir yerden başlaman, yine de duygularını kendinden bile saklaman, tesadüf fikrine yer bırakmayacak kadar kesin ve kuvvetli bir düzene tabi olarak eşzamanlılık gösteriyordu. Turu tamamlarken ağzım kuruyordu. Duş alıp uyumak istedim. Kendimle baş başa kalmak zihnimi yoruyordu.
Beşli Çağrışım
Her sayıda, birbiriyle başta ilgisiz görünen bir kavramdan diğerine beş maddede çağrışım yaparak ulaşma oyunu oynuyoruz. Bu hafta Robin Williams’tan yola çıkıp Otuz Beş Yaş şiirine varıyoruz. Siz de farklı yollarla ulaşmayı deneyebilirsiniz.
Not: Bu sayının beşli çağrışım önerisi ’ten geldi. Kendisine Robin Williams’ı güzel filmlerinden biriyle hatırlatarak renk kattığı için çok teşekkür ederim.
Oscar ödüllü oyuncu Robin Williams 2014 yılının Ağustos ayında aramızdan ayrıldı ve hepsi de tebessümle dolu birçok duyguya bizleri gark eden koca bir filmografiyi ardında bıraktı.
Bu filmlerden biri Yeni Zelandalı yönetmen Vincent Ward'un çektiği 1998 tarihli What Dreams May Come. Adeta tablolardan fırlamış gibi duran görsel efektleriyle akademi ödülü de almış olan filmde, mitolojide kahin Orfe'nin, eşi Evridiki'nin peşinden Hades'e seyahat etmesine benzer bir biçimde, Williams'ın canlandırdığı Dr. Chris Nielsen, eşi Annie'nin peşinde imkânsız bir yolculuğa çıkıyor.
Film, “I Am Legend”, “The Omega Man“ gibi yine sinemaya uyarlanmış romanlarıyla tanınan Amerikalı yazar Richard Matheson'ın 1978 tarihli aynı adlı kitabını baz alıyor. Normalde korku türünde yazan Matheson, burada ilk defa tarz değiştiriyor. Romanda Swedenborg'dan, Hinduizm'den, ayrıca Elisabeth Kübler-Ross'un ortaya koyduğu “yasın beş aşaması” ve ÖYD çalışmalarından da ilham almış.
Filmi izlediğinizde, özellikle sinematografi anlamına Dante Alighieri'nin magnum opus'u olan üç ciltlik İlahi Komedya'nın betimlemelerinden tasarım anlamında oldukça faydalandığını görebiliyorsunuz. Ayrıca başkarakter Chris’in ötealemdeki rehberi Albert/Ian da yine İlahi Komedya’da Dante’ye rehberlik eden Vergilius’u çağrıştırıyor
İlahi Komedya'nın ilk cümlesi şöyledir:
Yaşam yolumuzun ortasında / karanlık bir ormanda buldum kendimi, / çünkü doğru yol yitmişti.
Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiirindeki “Dante gibi ortasındayız ömrümüzün” dizesi de işte bu ilk cümleye göndermedir. Hümeyra’dan dinlemeye alıştığımız şarkı versiyonunu, Babam ve Oğlum filminde sürpriz bir oyuncudan kısacık bir pasaj olarak duymuştuk. Aşağıdaki 2 dakikalık videodan hatırlayabilirsiniz.
Okuduklarım
Her sayıda, okuduğum kitaplardan biri için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Anarşist Banker
Hayatı, ilgi alanları ve edebiyat alter egolarıyla epey tartışma götürür ancak kitleler üzerinde sonradan çok etkili olmuş Portekizli yazar Fernando Pessoa’nın bu uzun öyküsü, aslında Platon diyalogları formunda, neden sonuç ilişkileriyle bir kavramı tartışan diyalektik bir eser. Tartıştıkları özetle, teoride ve pratikte anarşi nasıl olur, çelişkileri nelerdir, bir banker anarşist olabilir mi ve olursa neden olur gibi belirli bir akıl yürütme enerjisi gerektiren zor sorular. Kitaptaki anarşist banker bir noktada bireyci hatta anarkokapitalist gibi görülebilir, ancak tabii bu öykünün sınırları içinde ne bankerlik hikâyesi ne de paranın hakimiyetini aşacak güce eriştikten sonra ne yaptığı anlatılıyor. Ben başta kendinde bulamadığı toplumu etkileme kudretini, edindiği maddi imkanları kullanarak bulabildiğini hayal ettim. Bir oturuşta bitebilen bu eseri gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
İzlediklerim
Her sayıda, izlediğim film veya dizilerden biri için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
North By Northwest
Oscar ödülleri tarihinde herhalde en çok hak yenilen kategori “En İyi Yönetmen” ödülü olmuştur. Stanley Kubrick, Orson Welles, Charlie Chaplin gibi bu sanat dalının kaldırım taşlarını koyan birçok efsanenin yönetmenlik dalında heykelcikle buluşamaması manidardır (Chaplin'in tek Oscar ödülünün sesli dönemde çektiği ve kendi yarattığı Şarlo'yu temsil eden bir tipleme üzerinden aktörlüğü incelediği klasik filmi Limelight ile, onun da ancak müzik kategorisinde olduğunu vurgulamak lazım). İngiltere doğumlu olan fakat en büyük eserlerini Hollywood bünyesinde veren Alfred Hitchcock da Oscar ödülü alamamış, bir yerde hakkı yenen ustalardan. North by Northwest (Gizli Teşkilat) yönetmenlik de dahil olmak üzere Oscar'larda yüzü gülmemiş bir yapım, fakat Hitchcock'un en iyi ve eğlenceli filmlerinden biri.
Roger başarılı bir reklamcı olarak hayatını idame ettirmektedir, ta ki yabancı casuslar tarafından ölümüne aranan bir adamla karıştırılana ve kaçmak zorunda kalana dek. New York'ta başlayan hikaye, ABD'nin yarısını aşıp Güney Dakota'da yer alan Rushmore Dağı'nda sonlanıyor (Bu dağ, kayalara oyulmuş dört Amerikan Başkanı kafasından mütevellit meşhur anıtı ile bilinir, kafaların sahipleri George Washington, Thomas Jefferson, Abraham Lincoln ve Theodore Roosevelt). Yıl 1959, Hitchcock'un 50'li yıllardaki favori kadın oyuncusu Grace Kelly (birlikte çektikleri filmlerin üçü de klasik, 1954 tarihli Dial M For Murder ve Rear Window ile 1955 tarihli To Catch A Thief, ki sonuncuda başrolü North by Northwest'in de starı olan Cary Grant'le paylaşmıştır) ani bir kararla Monaco Prensi Rainier ile evlenmiş ve aktrislik defterini kapatmış. Bay Alfred biraz da mecburen bir başka sarışınla, Eva Marie Saint'le çalışıyor. Fakat elindeki senaryo, dönemin süperstar senaristlerinden Ernest Lehman'ın imzasını taşıyor. Filmin kötü adamı, hatta kötü adamın yardımcısı bile usta aktörler (sırasıyla James Mason ve çok genç bir Martin Landau). Sonuç tabii ki başarıyı getiriyor. Bu arada Hitchcock'la ilgili bilinen bir anekdot, her filminde çok kısa da olsa bir sahnede görünmesi, diğer bir deyişle cameo yapması. North by Nortwest için henüz jenerik bitmeden, otobüsü kaçıran adam rolünde izliyoruz bu püro sever yönetmeni. Klasik filmleri sevenler için özellikle tavsiye ederim. Apple TV+’tan kiralayarak veya satın alarak izleyebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler, sadık bir dost gibi, her hafta pazar sabahları söz verdiği saat olan 9:00 sularında bülten formatında e-postalarınızdaki yerini alıyor (tabii en başta yazdığım üzre Eylül başına kadar sürecek kısa bir molanın ardından ☺️). Size ilham vermesi için tek yapmanız gereken ücretsiz bir biçimde abone olmak.
Keyif aldıysanız kalp simgesine (❤️) tıklayarak beğenilerinizi gönderebilir, bültenin hemen altına yorum ekleyebilirsiniz (💬). Paylaşmak isterseniz restack butonunu kullanarak (🔁) ve aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋
Yine pazar günümüze renk katan harika bülten için teşekkürler. Robin Williams' ı sizinle anmak çok hoş bir anı oldu benim için. “Kıyıdaki Ben” yazınız ve bol virgüllerle, o yıllardaki kendime gittim. Okurken kendi cümlelerimi sıraladı zihnim. “Sonbahar güneşinde dünyada yalnız ben varmışım gibi yürümek..”
Şefkati, koçlukla ve yol arkadaşlığıyla öyle güzel harmanlamışsınız ki… O paragrafı en güzel iplerimle sarıp boynuma astım. Kaleminize sağlık