Kendimce Düşünceler - 46: İstemem, Eksik Olsun
Pazar kahvenizin iki haftada bir misafiri. ☕ Uykusuzluktan uyanılır mı? 🥱 5 ciddi grafik roman. 📖 Oku: "Başarısızlığa Övgü - Mahfi Eğilmez" 📚 İzle: "The Ugly Stepsister - Emilie Blichfeldt" 🎬
Başlarken
Kendimce Düşünceler’in ikinci sezonunun ikinci sayısından herkese merhaba! Bir hatırlatma, pazar kahvelerinize eşlik eden en sevdiğiniz kültür-sanat-felsefe fanzini bu sezon iki haftada bir yayınlanıyor. Film ve kitap önerileri kesintisiz devam ederken, beşli listeler, beşli çağrışımlar, blog yazıları ve başlangıç yazıları için önerilerinizi ilgiyle takip ediyorum. Sohbet bölümünde bununla ilgili bir başlık açacağım. Bültene abone olanları beklerim. Her zamanki gibi sevgi ve şans yanınızda olsun 🍀
Fransız oyun yazarı Edmond Rostand’ın en meşhur eseri 1897 tarihli Cyrano de Bergerac’tır. Başkarakterini hepimiz koca burnuyla tanırız, ancak gerçek hayatta 17. yüzyılda yaşamış olan Cyrano’nun burnunun oyundaki gibi dev olduğuna dair bir kanıt yoktur. Kurmacanın güzelliği bu ya. Yoksa mağrur vikont De Valvert “Burnunuz ne kocaman!” dediğinde Cyrano bin türlü yaratıcı cevabıyla nasıl rezil ederdi rakibini? Kendi burnunu benzettiği türlü nesneden sonra, eldiveni bile olmadığına dem vuran vikonta şöyle cevap verir kahramanımız:
Yoksa eldivenim ne çıkar!
Bir tanecik kalmıştı babamızdan yadigâr,
Yanımda bulunsaydı yine kullanacaktım;
Ne çare birisinin suratında bıraktım!
Burun tiradı çok meşhurdur ancak orijinalinde “Non, merci! / Hayır, teşekkürler!” olarak geçen bir başka tiradı, Cyrano de Bergerac’ı dilimize ilk defa kazandıran Prof. Sabri Esat Siyavuşgil çeviride şu tabiri kullanarak adeta yeniden yazmıştır: “İstemem, eksik olsun!” (Maalesef Siyavuşgil çevirisi yeniden basılmıyor, ancak sahaflardan bulmak mümkün, bu da bir not olsun). Cyrano’nun çok sayıda sinema uyarlamasından en bilineni Jean-Paul Rappeneau’nun yönettiği ve başrolünde Gerard Depardieu’nun yıldızlaştığı 1990 tarihli aynı adlı film. Vaktiyle televizyonda izlerken Rüştü Asyalı’nın harika seslendirmesiyle akıllara kazınan bu tiradı aşağıda paylaşmak istedim:
En yakın dostu Le Bret’e attığı tiradın sonunu şöyle bitirir Cyrano:
Velhasıl bir tufeyli (asalak) sarmaşık zilletiyle (hor görülecek davranışıyla)
Tırmanma! Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!
Bunca beylik söze rağmen sevdiği kadın Roxanne’e aşkını ilan edemez Cyrano. Rostand’ın güzel söylemiyle, Roxanne’e yıllardır bir başkası yazmış gibi götürdüğü mektupların altında adı yoktur belki ama bütün bu göz yaşları onundur. Bu denli gururlu, özgüveni yüksek bir karakter sevdiği kadına onu istediğini neden söyleyemez? Burnundan utandığı için olamaz herhalde.

Şimdi Cyrano örneğini düşünüp bu sayının sorusunu soralım. İnsan bir hayat boyu heybesindekilerin tamamını elde etmeye çalışmalı mıdır? Alçak daldaki elmaları toplamamak kaba tabirle enayilik midir? Yoksa, bazen her şeyi istememek, eksik olsun diyebilmek bir erdem midir? Öz varlığını tutarlı, yüksek karakterli tutmanın ödünü isteklerini dizginleyebilmekten mi geçer? Yorumlara beklerim.
İçinde burun geçen deyimleri saysak sayfalar tutacakken, iki haftada bir burnunuzda tütmeyi bir borç bilen Kendimce Düşünceler’i okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Hadi başlayalım.
Blogumdan
Bu yazı geçmişten, uykusuz geçen bir gecenin sabahından. Buyurunuz:
Uykuya Dalıp Dipten Düş Çıkarmak
Uykusuzluğun da REM evresi vardı. Sırasıyla uykuya direnme, uykusuzluğu açlıkla karıştırma, bezme, durgunlaşma ve sinirlerin laçka olması evrelerinden sonra geliyordu. Bolca göz kırpma içeriyordu.
Gariptir, hayatının bir döneminde herhangi bir sebeple nöbet beklemiş olanlarda bu biyolojik durum yüzeyin çok altında gözlenirdi. Velâkin bastırılmış uykusuzluk (bastırılmış yalnızlıkla bir örnek), fi tarihinde kişinin karşısına dikilerek, her kötüden bir iyi çıkacağı gibi, doğrusu her işin olması gerektiğine varacağı gibi, kişiyi göz altı torbaları denizinden mutlu rüyalar okyanusuna taşıyacaktı.
Uzun yoldan eve dönende, emek isteyen bir işi bitirende, bir daha uyanmayacak olanda bir de gerçekten ihtiyaç duyanda öyle yoğun bir uyku olurdu ki, çok yaklaşsan o bulut diyarında süregidenleri duyabilirdin bile.
Nitekim henüz doğmamış güneşe uyanmak, belki bu döngünün en güzel bombesiydi. Kim bilir oralardaki ruhlar, ilk neyi görmeye bu denli sevinirdi?
Beşli Liste
Grafik roman tabiri sanırım artık otursa da ilk kullanılmaya başladığı dönemlerde kulağıma çok tuhaf geliyordu. Çocukluktan beri çizgi öykü ve karikatür okuma alışkanlığındaki birisi olarak, kültür büfesinden aldığım Laurel & Hardy çizgi roman kitaplarıyla, evde bulduğum Tenten ciltleri veya bir önceki kuşağın da favorisi olan Teksas Çelik Bilek, Kaptan Swing gibi İtalyan çizgi romanlarını birbirinden ayırmak içimden gelmiyordu. Marvel çizgi roman fasiküllerini düzenli olmasa da takip ederken, lise ikide bir anda Dream of the Endless‘in maceralarıyla tanıştım ve grafik romanın farkının ne olduğunu anladım. Her cilt, (toplu izlenen dizi sezonları gibi) sayıların birleşimi şeklinde olsa da belirli bir temaya ulaşmanın adımlarını oluşturuyordu. Aynı hızla Watchmen, V for Vendetta, The Killing Joke gibi birçok klasiği keyifle tükettim. Üniversiteden itibaren İtalyan çizgi geleneğinden Martin Mystere ve Dylan Dog‘u tercih etmeye başladım. Sinema yazıları kadar öykü ve romanlarını da severek okuduğum Mehmet Açar‘ın Hayatın Anlamı ya da Akhisarlı Hasan Tütün’ün Maceraları isimli eğlenceli romanında bu çizgi romanları yetişkinlik düzeyine göre sıralayan güzel bir pasaj var. Alıntılamayacağım, hatırladığım kadarıyla aktaracağım üzere, Açar karakterlerinden birine kabaca şunu söyletiyor:
“Tommiks, çizgi romanların içinde en masumları. Tabancasıyla kimseyi öldürmüyor, suçluları kementle yakalıyor. Ona hep yakıştırdığımız Suzi’yle el ele bile tutuşmuyor, Suzi ona her maceranın sonunda turtasını sunsa da. Zagor ergenlik gibi, yanında kadın göremiyorsunuz ancak baltası hep elinde, doymak bilmeyen iştahıyla Çiko da hep yanında. Martin Mystere ise bir yetişkin. Cebindeki silahını gerektiğinde kullanmaktan çekinmiyor. Sembolik olarak değil, gerçekten sevgilileri oluyor.”
Şahsen ülkemizde ve dünyada daha ciddi bir grafik roman geleneği olduğunu sonradan fark ettim. Bunlar birer kitap okumakla eşdeğer lezzet veriyordu. Bu sayıda bahsettiğim ciddi, yani fantastik ve gerçeküstü öğe içermeyen, grafik romanlardan beşine yer vermek istedim.
Emanet Şehir - Levent Cantek
Maus - Art Spiegelman
Persepolis - Marjene Satrapi
Logicomix - Apostolos Doxiadis
Pyongyang - Guy Delisle
Okuduklarım
Her sayıda, okuduğum kitaplardan biri için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Başarısızlığa Övgü
Dr. Mahfi Eğilmez, geçmişte hazine müsteşarlığı da yapmış önemli bir bürokrat. Karmaşık ekonomik kavramları bu konuda tecrübesi olmayan kişilerin de anlayabileceği şekilde aktarmak için rahmetli Prof. Güngör Uras’la birlikte (Uras’ın radyoda “Ayşe Teyze Ne Yapsın?” ismiyle günlük yaptığı yayın dün gibi kulaklarımda) var güçleriyle çalışıp çabaladılar. Örneklerle Kolay Ekonomi kitabı herkesin okuması gereken minik bir ekonomi sözlüğü gibidir mesela. Başarısızlığa Övgü ise Eğilmez’in öğrencilik ve ekonomiye giriş serüvenini anlatıyor. Matematikle arasını nasıl düzelttiğini anlattığı bölümler ilgi çekici. Yani aslında kitabın bir nevi kısa bir otobiyografi niteliği de var. Özellikle kamu sektöründe çalışmak isteyenler için mülakatlara nasıl hazırlanılacağı konusunda ilk elden tavsiyeler içeriyor. Bu konu planları arasında olanlara kesinlikle öneririm.
İzlediklerim
Her sayıda, izlediğim film veya dizilerden biri için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
The Ugly Stepsister
Külkedisi masalının tarihçesi MÖ 1. yüzyılı buluyor. İlk versiyonunda sonradan prenses olan kız ve prensten çok sihirli ayakkabılara rol verilirken, Grimm Kardeşler tarafından meşhur edilen versiyonu Aschenputtel (Kelimenin tam anlamıyla “küçük kül kız”, Türkçemizdeki ismine şapka çıkarıyorum), bugün bildiğimiz masalın konusuna çok yakın ancak oldukça vahşi bir metin. Buradan İngilizce olarak okuyabilirsiniz.
Norveçli yönetmen Emilie Blichfeldt’in 2025 tarihli uyarlaması The Ugly Stepsister (Den stygge stesøsteren), masala ters köşe yaparak, bütün olaya Sindirella’nın çirkin üvey kız kardeşlerinden büyük olanının gözünden bakıyor. Bunu yaparken de modern toplumun kadına bakışı, belirli bir idealize kadın bedeni yaratması ve bu beklenti üzerinden genç kadınların davranışlarını şekillendirmesi konularına güzelce neşter vuruyor. Filmin türü temel olarak kara komedi, ancak masalın orijinal halini bilenlerin tahmin edebileceği gibi body horror alt türüne de giriyor. Çirkin üvey kız kardeşin zayıflamak için bulduğu formülü midesi hassas olanlara önermiyorum. The Ugly Stepsister tür, tema, anlatım yapısı ve baş kadın oyuncuları arasındaki gerilim üzerinden yürüyen dramatik kurgusuyla geçen yılın flaş filmlerinden The Substance’ı ister istemez andırıyor. The Substance’ı beğendiyseniz bu filmi de seyredebilirsiniz. MUBI’den izleyebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler, sadık bir dost gibi, iki haftada bir pazar sabahları söz verdiği saat olan 9:00 sularında bülten formatında e-postalarınızdaki yerini alıyor. Size ilham vermesi için tek yapmanız gereken ücretsiz bir biçimde abone olmak.
Keyif aldıysanız kalp simgesine (❤️) tıklayarak beğenilerinizi gönderebilir, bültenin hemen altına yorum ekleyebilirsiniz (💬). Paylaşmak isterseniz restack butonunu kullanarak (🔁) ve aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋




