Kendimce Düşünceler - 5: Cumhuriyet 101
"Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır" stratejisi nasıl uygulanır?🎖️ Atatürk'ün Karlsbad hatıralarından hangi dersleri çıkarabiliriz? 🌍 Oku: Kadınlar Cumhuriyeti 📚 İzle: Atatürk 1881 - 1919 🎬
Başlarken
Cumhuriyet (Republic) kelimesi, Latince Res publica deyiminden gelir. Res yani “İş” ve Publica yani “Kamu” kelimelerinin birleşiminden oluşur ve birebir karşılık olarak “Kamusal İşler” anlamına gelir. Demokrasi ise, Latince Demos yani “Halk” ve Kratos yani “Güç” kelimelerinin birleşiminden oluşur ve birebir karşılık olarak “Halkın Gücü” demektir. Az sayıda doğal kaynak zengini ülke dışında, dünyadaki tüm ülkeler meşruti monarşi veya cumhuriyet rejimleri ile idare edilmelerinden bağımsız olarak demokratiklikleri ölçüsünde geliştiler ve zenginleştiler. Bu artık üzerinde fikir birliğine varılmış bir doğru. Ülkemizin kurucusu, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk de işte bu gerekçeyle, Birinci Dünya Savaşı sonrası imparatorluk devirleri son bulup ulus devlet modeline geçen birçok ülke gibi Türkiye’yi de monarşiden cumhuriyet rejimine geçirdi. Hedefi tabii ki bunu da bir basamak haline getirmek ve batılı anlamda demokrasiyi hayata geçirmekti. Bu kadar uzun süre teokrasiden de güç alarak mutlak monarşi ile yönetilme alışkanlığı olan topraklardan yine bu kadar kısa süre içinde demokratik ve laik bir devlet çıkarmak hem kurucu babalarımızın mahareti hem de “Cumhuriyeti biz böyle kazandık!” diyen halkımızın feraseti. Defalarca kesintiye uğramasına rağmen işte bu yüzden demokratik haklarından ödün vermemeye çalışan ve her seferinde demokrasi talep eden bir toplumuz. Dünyada yirmi birinci yüzyıla geldiğimizde demokrasi sıklıkla popülist politikaları beraberinde getiren bir tür kaynak kullanım meşruiyeti aracına dönüşme eğiliminde. Roma’yı ikiye bölen Kavimler Göçü’yle tohumları atılan devletler (Türklerin Orta Asya’dan göçünü de bunun hemen arkasına ekleyebiliriz) ve oradan doğup dünyaya yayılan birçok ulus, iki büyük değişime karşı demokrasilerini test ediyor:
Yeni göç dalgası
Teknolojik devrim
Demokrasiyi tağşiş eden, özellikle teknolojik devrimin beraberinde getirdiği, gücün ve insanlığın istikbalinin bu defa devletler yerine belirli dijital oligarkların eline geçtiği ve feodal efendiler şeklinde insanların yalnızca servetleri değil, artık duygu, düşünce, davranışları ve sağlıkları konusunda da doğrudan söz sahibi olduğu teknofeodalizm tehdidi, sanırım önümüzdeki yirmi yılın en uyanık olunması gereken konusu olacak. Fransız İhtilâli’nden sonra düşünür Jean-Paul Marat’ın sarf ettiği şu söz bugünün dünyasına da cuk oturuyor:
"Soyluların aristokrasisini kırmış olmamızın bize ne yararı var, eğer bunun yerini zenginlerin aristokrasisi alıyorsa?"

Bu haftaki bülten Cumhuriyetimizin 101. yılı özel sayısı olsun diye düşündüm ve içeriğinin tamamını Cumhuriyetimize ve Atamıza ayırmak istedim. Her hafta olduğu gibi Kendimce Düşünceler bülten yolculuğunda beraber yürüdüğümüz için sizlere teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazılardan Kısa Kısa
Her bültende o hafta https://utkucevre.com.tr web sitesinde yayınlanan yazılardan kısa birer tanıtıma yer veriyorum. Yazıların tam hallerine, her bir tanıtımın sonunda yer alan linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında ilk defa uygulamaya koyduğu bir strateji var. “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır,” olarak hepimiz en azından lise tarih derslerinden isim olarak biliyoruzdur. Strateji en temel haliyle, savaşta bir mevzi kaybettiğinde tamamen geri çekilmek yerine, en kısa sürede mevzilenebileceği en yakın noktaya kademeli geri çekilip güç toplayarak karşı saldırı yapmayı içeren, savunma soslu bir hücum stratejisi. Ben bu stratejiyi yeri geldiğinde anlatmayı çok severim, çünkü hayat birçok defa bizi tıpkı bir savaştaymış gibi sınar. Mühim olan nihai hedeftir, bu esnada lokal minimumları gezmemizde bir beis yok, yeter ki bir planımız olsun. Atatürk’ün neyi farklı yaptığını ve bu stratejiden bizim nasıl faydalanabileceğimizi anlattığım O Satıh Bütün Vatandır yazısını okumak için buraya tıklayın.
Mustafa Kemal Paşa’nın ta ilk gençliğinden beri birçok hastalıkla mücadele ettiğini, ancak çelik gibi iradesiyle hiçbirine pabuç bırakmadığını duymuşuzdur. Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı (Aynı konuda yayınladığı Şu Çılgın Türkler romanı da çoksatar olmuştu) ve Atatürk’ü Rutkay Aziz’in başarıyla canlandırdığı Kurtuluş televizyon dizisi ve devamında çekilen Cumhuriyet filminde, sıtma nöbeti ve attan düşüp kaburga kemiklerini kırması gibi bazı olaylara değinilir (Kurtuluş’u Youtube videosu olarak aşağıya ekliyorum, mutlaka izleyin). En meşhur biyografileri olan Lord Kinross ve Andrew Mango’ya ait kitaplarda tabii daha ayrıntılı da yazarlar. Atatürk'ün Karlsbad Hatıralarından Öğreneceğimiz Dersler isimli yazıda, henüz Türk İstiklal Harbi başlamamışken, 1918 yılının yazında, kronik böbrek ağrıları sebebiyle bir ay kadar süreyle Karlsbad’da (bugünkü Çek Cumhuriyeti içinde bir kaplıca şehri) kalıp tedavi gördüğü, hayatının bu pek bilinmeyen ve yüksek karakterinin, savaş meydanıyla siyaset arenası dışında en doğal emarelerini verdiği döneminden bahsettim. Okumak için buraya tıklayın.
Okuduklarım
Her bültende önceki hafta bitirdiğim kitaplardan en çok beğendiğimle ilgili olarak Goodreads’e yazdığım eleştiriyi paylaşıyorum.
Kadınlar Cumhuriyeti: Bilimin Önce Kadınları
Cumhuriyetimizin 100. yılı dolayısıyla 2023 yılında yayınlanan Kadınlar Cumhuriyeti: Bilimin Öncü Kadınları, özellikle Cumhuriyet dönemi biyografileri konusunda tecrübeli gazeteci Özlem Özdemir’in (örneğin Afet İnan’la ilgili de güzel bir biyografi çalışması var) içlerine en son dahil ettiği Türkan Saylan dışında çok bilinmeyen 12 Türk bilim kadınının yaşamlarını konu eden bir derleme. Okurken, katıldığım bir “Bilinçsiz Önyargılar” atölyesinde sorulan ve çoğu katılımcının tam cevap veremediği “İnternetten yardım almadan, bildiğiniz beş kadın bilim insanının isimlerini yazınız,” sorusu aklımda yankılandı. Bu satırları okuyan sizler de Marie Curie’yi yazdıktan sonra tıkandınız değil mi? Aslında tek yapmanız gereken gittiğiniz veya yakınlarınızı götürdüğünüz hekimleri, üniversitedeki hocalarınızı düşünmek, bilim insanı olarak hakkettikleri saygıyı öncelikle zihninizde göstermek.
Kitap rahat okunuyor. Özdemir’in tıpkı eşi Prof. Cem Say gibi zeki ve esprili bir tarzı var. Biyografiler ayrı ayrı ilginç, sizi genç Cumhuriyetimizin atılım yapmaya çalıştığı yıllara götürüyor. Eserde yer alan kadınların tamamının, yedisinde neyse yetmişinde de o hesabı, girişken, cesur ve meraklı tarzlarıyla fark yaratacakları çocukluktan belli oluyor. Mustafa Kemal Atatürk’le yolları kesişenler oluyor, tanışamayanlar da onun ideallerini yaşatan birer ışık gibiler. En çok etkilendiğim biyografi ilk Türk kadın mühendis olan ve Anıtkabir’in de inşaat şefliğini yapan Sabiha Rıfat Gürayman’ınki . Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyduğum bu insanlarla bizleri tanıştırdığı için yazara tekrar teşekkürler. Tavsiye edilir.

İzlediklerim
Her bültende önceki hafta izlediğim film veya dizilerden en çok beğendiğimle ilgili olarak yazdığım bir eleştiriye yer veriyorum.
Sinemalarda kaçırdığımız için mecburen televizyonda veya bir platformda yayınlanmasını beklediğimiz Atatürk 1881 - 1919, nihayet beyaz perdede gösterildiği gibi iki parça halinde Prime Video’da yayınlandı. Disney+ platformunda gösterilmek üzere yapılmış altı bölümlük bir dizi projesiydi bildiğiniz gibi, ancak çekilmiş (hatta post prodüksiyonu bitmiş), tam yayın tarihine yaklaşmışken ne hikmetse Disney+ diziyi yayınlamayacağını duyurdu, hatta katalogunda yer alan Türkçe eserlerin çoğunu da kaldırdı (Olayın Türkiye’de büyük bir Disney+ aboneliğini iptal furyası başlattığını hatırlarsınız). Maalesef ne zaman yurt dışı ortaklı bir Atatürk biyografisi projesi haberi çıksa, lobi faaliyetleri ve tehditler sonucunda proje rafa kaldırılıyor. Yıllar önce usta aktör Ömer Şerif’in, 2010’ların başında ise Atatürk’e fiziksel olarak da çok benzeyen, kendisi de Mustafa Kemal’e hayran olan ve projede yer almayı çok isteyen Daniel Craig’in canlandıracağı Atatürk biyografileri çekilmeden iptal olmuştu. Gazi’nin çocukluktan başlayarak Kurtuluş Savaşı’na kadar olan yaşantısına odaklanan bu yapım neyseki gösterime girebildi, biz de Aras Bulut İynemli’nin yoğun makyaj altında elinden geleni yaparak bana göre başarıyla canlandırdığı genç Atatürk’ü seyredebildik.
Öncelikle yönetmen Mehmet Ada Öztekin’i, kostümlü, yoğun sinematografi gerektiren, özellikle Conkbayırı’nda geçen hareketli savaş sahneleri ile zorlayıcı böylesi bir epik filmin altından kalktığı için tebrik etmek lazım. Kendisini Kaybedenler Kulübü ve Türkiye’nin 2021 Oscar ödüllerine en iyi yabancı film ödülü için aday adayı olarak gönderdiği (maalesef henüz hiçbir filmimiz bu dalda aday adaylığını geçemedi, Nuri Bilge Ceylan’ın 2014’te Cannes’da Altın Palmiye kazanan Kış Uykusu da dahil) yine İynemli’nin başrol oynadığı 7. Koğuştaki Mucize filmlerinden hatırlıyoruz. Öztekin, esasında Kaybedenler Kulübü’nde Nejat İşler’in canlandırdığı Kaan Çaydamlı’nın kurucusu olduğu Altıkırkbeş Yayınları’nda editör ve çevirmen olarak çalışmış bir kitap kurdu (Filmde Rıza Kocaoğlu’nun canlandırdığı karakteri kendisini düşünerek yazmış). Philip K. Dick çevirilerinden Karanlığı Taramak’ı üniversitedeyken okuma fırsatım olmuştu. Senarist Necati Şahin ise tiyatro kökenli. Vatanım Sensin, Kulüp, Kızıl Goncalar gibi beğeni toplayan dizi senaryoları ile tanınıyor. Verdiği röportajlardan anladığım kadarıyla entellektüel ve cesur biri. Söz konusu Atatürk olunca iyi bir araştırma gerektiği kesin, filmin oralarda parladığını düşünüyorum. Çocukluk dönemi için özellikle Salih Bozok’un hatıratından yararlanılmış. Özellikle küçüklüğünde Mustafa’yı derinden etkileyen, babası Ali Rıza Efendi’nin gümrük memuriyetinden sonra ticarette başarısız olması ile başlayan talihsizlikler zincirini, tekrar tekrar bir yangın teması üzerinden vermelerini, adım adım işgal edilmeye giden vatanın bir metaforu olarak düşünüyorum. Tabii ki bunun bir film, dolayısıyla kurmaca olduğunu, birebir gerçekle örtüşmeyebileceğini de akıldan çıkarmamak gerekiyor. Örneğin İtalyan işgaline karşı Trablusgarp’ta savaşırken Mustafa Kemal’in Ömer Muhtar ile görüştüğüne dair bir delil yok, ancak filmde bu görüşme Atatürk’ün askere yaklaşımı açısından bir öğrenme süreci olaak veriliyor, dolayısıyla dramatik yapının kritik bir parçası. Yine filmde aşk nesnesi olan Madam Corrine ile yalnızca mektuplaştıkları biliniyor. Bu arada önceki yapımlarda genellikle daha ağırbaşlı olarak resmedilen Zübeyde Hanım karakterine, oğlan annelerine özgü esprili bir yorum katan Songül Öden’e de dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. Film bu iki parça olan haliyle mutlak bir seyirlik. Orijinal plan olan altı bölümlük dizi halinin de 10 Kasım’da Prime Video’da yayınlanacağını ve sinema versiyonunda yer almayan sahneler içerme ihtimali olduğunu buradan duyurarak sözlerimi bitireyim.
Kapatırken
Kendimce Düşünceler bülteninin her hafta Pazar sabahları yayınladığım yeni sayıları e-posta adresinize gelsin isterseniz, bültene ücretsiz abone olmak için aşağıdaki butona tıklamanız yeterli.
Beğenmeniz, yorum yapmanız ve ilgileneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızla bülteni paylaşmanız da beni ayrıca mutlu eder.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋