Kendimce Düşünceler - 9: Uyaran Fazlalığı
Şikâyet kültüründen talep kültürüne nasıl geçeriz? ☝️ İngilizcemizi eğlenceli Youtube kanallarıyla geliştirebilir miyiz? 🎉 Oku: Sabahtan Akşama 📚 İzle: Ready or Not🎬
Başlarken
Gündelik hayatta uyaran eksikliğinin eninde sonunda bir çeşit içe kapanmaya yol açacağı biliniyor. Bunun yanında bilişsel gerileme, dikkat eksikliği, depresyon, anksiyete, uyum ve bağlanma sorunları uyaran eksikliğinin ilk akla gelen olumsuz sonuçları. Peki ilginç bir şey söyleyeceğim, uyaran fazlalığının sonuçlarının da hemen hemen aynı olduğunu biliyor muydunuz? Aşırı uyarana maruz kalan birey dikkat eksikliği, anksiyete ve sonunda depresyon ile gelen bir içe kapanma yaşıyor. Yani az da olsa olmuyor, fazla da. Bu hassas denge içinde asıl önemli şeyin ne olduğunu da kimi zaman unutuyoruz. Kulağa bayağı gelecek olabilir, ancak asıl önemli olan şey hayatta kalmak ve yeterince sağlıklı bir yaşam sürmek. Yaşamımızı sağlıkla ve mümkünse esenlikle sürdürmeliyiz ki hayat amacımızın gerektirdiklerini yapacak zamanımız olsun. Modern tıp ve teknolojinin de yardımıyla bunun için geç diye bir şey yok. Sağlığınıza dikkat etme kararının ardından ilk aksiyonu aldığınız anda sizin için yeni hayatınızın ilk günü başlıyor demektir. Yol yokuşlu ve engebeli olabilir, yılmayın. Diyelim ki ayağınız kaydı ve bu yokuşta biraz aşağıya yuvarlandınız. Dinlenin, toparlanın ve tekrar tırmanmaya başlayın. Hayat armağanını hakkıyla onurlandırmak için ruh-beden uyumunu yakalayın.
Kendimce Düşünceler haftalık bültenini, bazen elimizden akıp giden bu hayat yolculuğunda dingin bir öğrenme molası olması için tasarladım. Değerli vaktinizi ayırıp bu tatlı molada yer aldığınız için sizlere tekrar teşekkür ederim. Hadi başlayalım.
Yazılardan Kısa Kısa
Her bültende o hafta https://utkucevre.com.tr web sitesinde yayınlanan yazılardan kısa birer tanıtıma yer veriyorum. Yazıların tam hallerine, her bir tanıtımın sonunda yer alan linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Günlük hayatta hepimizin memnun olmadığı konular olabilir. Birinin davranışından, bir sürecin gidişatından hoşnut olmayabiliriz. Şimdimiz ve geleceğimizle ilgili kaygılanabiliriz. Bu noktada memnun olmadığımız vaziyeti değiştirmek için genellikle hiçbir şey yapmıyoruz. Toplum olarak, en geniş kapsamlı halimizden, en dar birimlere kadar geçerli olmak üzere maalesef tek yaptığımız şikâyet etmek ve birbirimizin enerjisini düşürmek oluyor. Bunun yerine durumu değiştirmek için talepkâr olsak, talep etsek ve aksiyon alsak/aldırsak nasıl olacağını Talep Kültürü isimli yazıda anlattım, okumak için buraya tıklayın.
Genellikle bir konuyu bütünlüklü olarak ele alan blog yazıları yayınlamaya alıştığım için farklı bir format denemek istedim ve belirli bir tema seçip o konuda öneri yapmaya karar verdim. İlk olarak da hem İngilizcesini geliştirmek isteyenlere hem de eğlenceli içerik arayışında olanlara hitap edecek, ülkemizde çok fazla bilinmediğini düşündüğüm, popüler sayılabilecek janrlarda Youtube kanallarını tanıtarak başladım. 5 Adet Eğlenceli İngilizce Youtube Kanalı isimli yazıda bu kanalların tanıtımını incelemek için buraya tıklayın.
Okuduklarım
Her bültende önceki hafta bitirdiğim kitaplardan en çok beğendiğimle ilgili olarak Goodreads’e yazdığım eleştiriyi paylaşıyorum.
2023 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen yazar Jon Fosse’nin bu novellası, bir insanı doğum anından itibaren takip ederken, yazarın kamerasını gizli tutuyor, baş karakter Johannes’in hayatındaki tüm geçişleri pürüzsüz yaparak sonunu da kolayca açık etmiyor. Bu kısacık kitap, Tanrı-insan, doğa-insan, doğum-ölüm, baba-oğul, karı-koca gibi ikilikleri öyle güzel veriyor ki. Hem de hayatın içinde olan rutinin bir metaforu olacak biçimde tekrarlar ile hayatın şiirselliğine dem vuran pastoral anlatım tarzından bir ikilik de kendisi yaratarak. Norveç edebiyatını severek takip etmeme ve temalarına aşina olmama rağmen Fosse ile ilk defa tanıştım ve anlattığının başka, daha geçmişten gelen bir Norveç olduğunu düşünüyorum. Konuları tamamen farklı ve Fosse’nin meditatif anlatımının tam zıddı olsa da Martin McDonagh’ın yönettiği (In Bruges ve Three Billboards Outside Ebbing Missouri’den hatırlayabilirsiniz) The Banshees of Inisherin filmini çağrıştırdı. Özellikle de karakterlerin arasındaki diyaloglar itibariyle. Yine Johannes’in platonik aşk öyküsü de birkaç cümlede bile olsa Rus klasiklerinin havasını verdi. Anlatım gücü zengin ve gizemli bir yazar Fosse, sıkılmadan okuyunuz.
İzlediklerim
Her bültende önceki hafta izlediğim film veya dizilerden en çok beğendiğimle ilgili olarak yazdığım bir eleştiriye yer veriyorum.
Sinemada korku türünün garip bir şekilde en iyi anlaştığı bir başka tür komedi. Özellikle kara komedi alt türü ile birleştiği çok iyi örnekler var. Mesela Peter Jackson’ın 1992 yapımı Braindead filmi, zombi istilası korku filmlerinin klişesi olan zombileri dışarıda tutma klişesini ters yüz ederek, yanlışlıkla zombiye dönüşmekte olan ailesini evin içinde tutmaya çalışan bir başkarakteri izletirken kahkahalar attırır. Sam Raimi’nin 1981 tarihli Evil Dead filmi ve sonraki yıllarda çektiği devam filmleri olan Evil Dead II ve Army of Darkness ise başkarakter Ash’in komik tepkilerinden de aldığı kuvvetle, o yıllara kadar son derece ciddi takılan teenslasher alt türüne espri enjekte etmeyi başarmıştır (Raimi’yi harika Doctor Strange in the Multiverse of Madness filminden tanıyanlar ustanın genç yaşta çektiği klasiklerine de baksın, aynı tadı alırlar). 2000’li yıllar ise korku filmlerini kara komedi türüyle birleştirirken sosa bir süredir unutulmuş yeni bir baharat daha ekledi, sınıf çatışması.
2013 tarihli The Purge, 2017 tarihli Get Out (özellikle çok iyi bir film) ve 2022 tarihli The Menu gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz bu alt-alt tür (sınıf çatışması temalı kara korku komedi) aynı zamanda ırk ve cinsiyet gibi sınıflandırmalar üzerinden yapılan ayrımcılığa da değme sosyal gerçekçi filmin yapamadığı kadar dem vuruyor. Şimdi gelelim 2019 tarihli filmimiz Ready or Not’a. Öncelikle filmin korku dozu düşük. Jump scare hemen hemen hiç yok. Splatter türünde, kanlı bir film, tabii bu kimilerini rahatsız edebilecek ifadeyi örneklendirmek açısından Quentin Tarantino’nun Django Unchained filminin son 20 dakikasını veya Matthew Vaughn’un Kingsman filminin sonunu da pekâlâ splatter olarak nitelendirebiliriz. Senaryo ne anlatmak istediğini iyi biliyor, birkaç karaktere odaklanıyor, diğerleri tip niteliğinde kalıyor, süresinin karakter derinleştirmeye yetmediğini düşünüyorum. Ancak sanat yönetimi ve tempo çok yerinde, bazı devamlılık problemleri ve mantık hataları var (örneğin aracın stop ettiği sahne) ancak onlara da insan aldırış edemiyor, çünkü film ürkütücüden ziyade eğlenceli, açıkça (ve haklı olarak) Grace karakterinin tarafında, zengin-fakir, geniş aile-yetim, gelin-damadın ailesi, sadakat-ihanet, gelenekçilik-modernlik çatışmalarından da güzelce besleniyor. Netflix’ten izleyebileceğiniz filmin devamının çekileceği kesinleşti, onu da merakla bekliyoruz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler bülteninin her hafta Pazar sabahları yayınladığım yeni sayıları e-posta adresinize gelsin isterseniz, bültene ücretsiz abone olmak için aşağıya e-posta adresinizi yazmanız yeterli.
Bültenin hemen üst ve alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenmeniz, bültenin altında yer alana yorum kısmından görüş bildirmeniz ve ilgileneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızla aşağıdaki butona tıklayarak bülteni paylaşmanız hem beni mutlu eder, hem de yazıların daha çok kişiyle buluşmasına destek vermiş olursunuz.
Not: 3 Aralık saat 11:40’da Youthall’un düzenlediği Engineering Career Summit (Hibrit) etkinliğinde konuşmacı olarak yer alacağım. Katılım sağlamak isteyenler etkinlik web sitesini bu link üzerinden inceleyebilir.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋