Kendimce Düşünceler - 38: Monty Hall Problemi
Yazacağım ama nasıl? Ünlü yazarlardan rutin önerileri. ✍️ La mano de Dios -> Kaliforniya. 💰 Oku: "Öteki - Fyodor Dostoyevski" 📚 İzle: "The Creator - Gareth Edwards" 🎬
Başlarken
Dünyanın en zeki insanı denilince aklınıza nasıl biri geliyor?
Ön yargılarımız bu soruya şöyle cevap verir: Asya kökenli, matematik profesörlüğü yapan bir erkek. En utanmaz ön yargımız da yakışıklı ve eğlenceli olmadığına hükmeder. Zeki insanları severiz, ancak çok zeki insanlardan içten içe ürkeriz. Şimdi bu ön yargıları kıracak doğru cevabı vereyim. Guinness Rekorlar Kitabı 1990’da kategoriyi emekli etmeden önce listelenen 228 IQ’luk derecesi ile Amerikalı Marilyn vos Savant (Savant soyadı gerçek ve bilge kişi anlamına geliyor. Genetiğin gücüyle tanışın!) dünyanın en yüksek IQ’lu insanı rekorunun sahibi, diğer bir deyişle dünyanın en zeki insanıdır. Marilyn güzel bir kadındır ve 1986’dan beri, Parade isimli dergide Ask Marilyn isimli köşede okuyucu sorularını cevaplayan bir köşe yazarıdır.
Malcolm Gladwell, içinde yer alan 10.000 saat kuralı ile dillere pelesenk olan kitabı Outliers’ta, safi zekânın başarı için yeterli olmadığını, bunun yerine pratik zekâ ve ikna becerisinin şart olduğunu güzel bir örnekle anlatır. Her ikisi de 195 IQ’ya sahip olan, atom bombasının mucidi Robert J. Oppenheimer ve Amerikalı çiftçi Christopher Langan’ı karşılaştırarak, Oppie’nin aileden gelen reflekslerle kendini belalardan sıyırış şekliyle Chris’in evde pratik yapamamasından ötürü defaatle kendi hakkını savunamayışlarını irdeler. Tabii neticede kim mutludur tartışılır. Bhagavad Gita’dan “dünyaların yok edicisi” alıntısını yapan Oppenheimer mı, yoksa TV’de yayınlanan bir yarışma programında 250 bin dolar kazanarak çok istediği at çiftliğini açan Langan mı?
Yarışma programı demişken, Marilyn’e gelen en ilginç soru, Let’s Make a Deal isimli programın (bizde de bir dönem Seç Bakalım ismiyle yayınlanmıştı) sunucusunun adıyla sonradan Monty Hall Problemi olarak anılacak olan şu olasılık sorusudur:
Bir yarışma programındasınız ve üç kapıdan birini seçeceksiniz. Bir kapının ardında araba, diğer iki kapının ardında ise keçiler var. Kapılardan birini seçiyorsunuz ancak kapı açılmadan önce sunucu, arkasında keçi olan kapılardan birini açtırıyor. Sonra size seçiminizi değiştirmek isteyip istemediğinizi soruyor. Değiştirmeli misiniz?
Ne dersiniz, sanki fark etmez gibi geliyor değil mi? Neticede iki kapıdan birinin arkasında araba var, diğerinin arkasında keçi. Fifty-fifty.
Marilyn, bu soruya “Evet her zaman değiştirmelisiniz!” cevabını verince, kıyamet kopar ve dergiye haftalarca yüzde elli ihtimal olduğuna dair itiraz mektupları yağar. Oysa istatistik mantığına göre yanıtı doğrudur. Siz kapıyı seçtiğinizde, arabanın o kapının ardında olması ihtimali 1/3, diğer kapıların ardında olması ihtimali ise toplam 2/3’tür. Sunucu araba olmayan bir kapıyı açınca, o kapının olasılığı 0/3’e düşer. Sizin seçmediğiniz diğer kapının olasılığı ise toplam olasılık olan 2/3 yani %66 olarak kalır. İlk seçtiğiniz kapının olasılığı ise hâlâ 1/3 yani %33’tür. Yani kapıyı değiştirirseniz iki kat fazla ihtimalle arabayı kazanırsınız. Ben bunu ilk okuduğumda doğal gelmediği için inanmadım ve bir bilgisayar programı yazarak farklı sayılarla test ettim. Gerçekten de deneme sayısı yükseldikçe oranlar %33 ve %66 olarak sabit kaldı. Binlerce defa yazı tura attığınızda oranların yaklaşık %50 olması gibi, istatistiklerin gerçekleştiğini görmek çok şaşırtıcı. Buradan çıkaracağımız ders şu, statüko çoğu zaman faydalı değildir, algılarınızdan çok olgulara kıymet verin.
Açık zihin yolculuğunda yanınızda olan Kendimce Düşünceler’i okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Hadi başlayalım.
Blogumdan
Her sayıda, blogumda o hafta yayınlanan yazıyı paylaşıyorum.
Temrine Devam
Yazmadan yazar olunmuyor. Nasıl oturup yazacağı konusunda ise insanlar çelişkiye düşüyor. Tek cümleyle: "Rutinleriniz olmalı". Farklı yazarlardan örnekler vereyim.
Stephen King tüm zamanların en üretken yazarlarından biri. Yazma Sanatı isimli harika kitabında kendi edebiyat serüvenini, yaşam öyküsüyle de harmanlayıp paylaşıyor. Büyük bir yazı masası olduğundan bahsediyor. Ünlü yazar, her sabah erken saatlerde bu masaya oturup 2000 kelime yazıyor. Hafta sonları da dahil. Tatilde olduğundaysa yalnızca masasını geride bırakıyor. 2000 kelimesi sabit. Yazma eyleminin büyük çoğunluğunun yazı işçiliği olduğunu kitapta şöyle aktarıyor:
Amatörler oturup ilham gelmesini bekler, geri kalanımız ise kalkıp işe koyuluruz.
Bu Yıl Romanını Yazıyorsun isimli kısa ancak etkili başvuru kitabında Walter Mosley yaratıcı yazarlığın bir sürü sırrını verirken, bir yazarın günlük hedefini belirli bir kelime sayısı cinsinden açıklamaz. Ona göre hedef, işin başında her gün en az 90 dakika zaman geçirmektir. Her gün bu kadarlık bir süre kâğıdın / klavyenin önünde olmanın, bir yılın sonunda romanınızı bitirmenizi sağlayacağını iddia eder.
Ray Bradbury ise Yazın Sanatı ve Yaratıcı Yazarlık isimli eserinde, yazmaya başlayanların doğrudan romana yönelmek yerine her hafta bir kısa öykü yazmasını öğütler. Bu formülle yıl sonunda toplam 52 kısa öykünüz olur ve yazara göre en az birisi iyi çıkar. Nasıl istatistik?
Roman yazdığı dönemlerde Japon yazar Haruki Murakami'nin rutini de enteresan. Yazar bu dönemlerde istikrarlı olarak her sabah 04:00'te kalkıp 5-6 saat yazdığından bahsediyor. Kendisinin en bilinen özelliklerinden biri olan fiziksel aktiviteleri de öğleden sonra 10 km koşu veya 1,5 km yüzme (bazen her ikisi birden) şeklinde yapıp, gece 21:00'de uyumaya çalışıyor. Bunu her gün yapmak onun için bir tür kendi kendini büyüleme. Ancak bu rutini bir roman boyunca, yani altı ay ile bir sene arası sürdürmenin fiziksel ve zihinsel olarak ne kadar zorlayıcı olduğunu da söylemeden edemiyor. Tabii yazarın Koşmasaydım Yazamazdım kitabında da dediği gibi:
Acı kaçınılmazdır, ıstırap çekmekse tercihtir.
Virginia Woolf'un tavsiyesi, kapısı kilitlenebilen bir oda ve yıllık beş yüz pound gelir. Yani ortaya koyacağınız kelime sayısı veya kalem elinizde geçireceğiniz süreden önce, hayatınızı idame ettirmeye bakın diyor. İnsanın aklına yokluk içindeki silüetler, Knut Hamsun'un Açlık'ında talaş emen yazar ile John Fante'nin Toza Sor'unda, bulduğu portakal kasasıyla karnını doyuran yazar karakteri geliyor.
Son olarak bir büyük ustaya dönecek olursak, Ernest Hemingway de her sabah erken vakitlerde 500 kelime yazmayı öğütler. Bu bazen 400 olur, bazen 600. O gün yazmayı hangi noktada bırakacağı konusundaysa yazar çok net:
Hâlâ gücünüzün olduğu ve bir sonraki adımda ne olacağını bildiğiniz bir yere gelene kadar yazarsınız ve durup ertesi gün tekrar başlayana kadar yaşamaya çalışırsınız.
Beşli Çağrışım
Her sayıda, birbiriyle başta ilgisiz görünen bir kavramdan diğerine beş maddede çağrışım yaparak ulaşma oyunu oynuyoruz. Bu hafta La mano de Dios’tan yola çıkıp Kaliforniya’ya varıyoruz. Siz de farklı yollarla ulaşmayı deneyebilirsiniz.
Not: Bülten aboneleri beşli çağrışım önerilerini chat üzerinden bırakabilir. Önerisi bültende yer alan aboneye atıfta bulunarak teşekkür edeceğim.
22 Haziran 1986’da Arjantinli futbol efsanesi Diego Armando Maradona, İngiltere’ye karşı La mano de Dios denilen meşhur golü attı, ancak hakem golün elle atıldığını görmedi.
Aslında bu fair play skandalının gölgesinde kalan ve Arjantin’i daha sonra kazanacakları dünya kupasının yarı finaline taşıyan, Maradona’nın bütün bir sahayı geçip kaleci dahil herkesi çalımladığı gol, yani diğer bir deyişle Asrın Golü’ydü.
Meksika 1986, 1970 Dünya Kupası ve 1968 Yaz Olimpiyatları’dan sonra ülkede düzenlenen üçüncü büyük organizasyondu. 1985’te Mexico City’de gerçekleşen 8,0 şiddetindeki depremle yerle bir olan ülke ekonomisinin de bir miktar toparlanmasını sağlamıştı. (Meksika, 2026’da ABD ve Kanada’yla ortaklaşa düzenleyecekleri turnuva ile üç defa kupaya ev sahipliği yapan ilk ülke olacak).
Meksika, 1848’de biten Meksika-Amerika Savaşı sonucunda imzalanan Guadalupe Hidalgo Antlaşması ile topraklarının %55’ini ABD’ye tazminat olarak vermişti. Kaybettiği eyaletlerin arasında (daha önce bağımsızlığını ilan edip ABD’ye katılan Teksas’ın haricinde) Kaliforniya, Nevada, Arizona, Utah, New Mexico, Colorado ve Wyoming de vardı (kaynak).
Kaliforniya 4.1 trilyon dolarlık GSYİH değeriyle, ABD, Çin ve az farkla Almanya’dan sonra tek başına dünyanın en büyük dördüncü ekonomisini oluşturuyor. Japonya, Birleşik Krallık, Fransa, Hindistan gibi ülkeleri geride bırakıyor.
Okuduklarım
Her sayıda, son okuduğum kitaplardan biri için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Öteki
On dokuzuncu yüzyıl Rus klasiklerini bir kalemde saydığınızda Öteki kitabını listeye eklemezsiniz. Peki yalnızca Dostoyevski’nin eserlerini sıraladığınızda aklınıza gelir mi acaba? Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Budala, Kumarbaz, Yeraltından Notlar… İlk beşe giremiyor değil mi? Gerçekten de Öteki, usta yazarın henüz o kadar da usta olmadığı 25 yaşından bir roman. Konusunu özetlemek basit. Devlet memuru Golyadkin, bir gün kendisine tıpatıp benzeyen bir ikiziyle karşılaşır. Bunun ardından yaşadığı kimlik bunalımı ve asıl olanın kendisi olduğunu bir türlü kanıtlayamaması ile, günümüzden bakınca aşina olduğumuz bir öykünün ilk anlatımı. Yani bu öyküden doğrudan etkilenmiş Fight Club’ın isimsiz anlatıcısı da var, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın çift kişilikli başkarakteri de, Black Swan’daki balerinin kendisiyle mücadelesi de. Genç Fyodor’un iyi bir hikâye bulduğunu kabul eden olgun Fyodor, geçmişe dönüp baktığında bu kitabı beğenmiyor, daha iyi yazabileceğini düşünüyor. Oysa Dostoyevski’nin yapıtlarına bolca antipati duyan Nabokov, yazarın en çok bu eserini seviyor. Kitabın açılışından itibaren açık bir Gogol hayranlığıyla yazıldığı, tarzını bulmaya çalışan genç yazarın belli ki Palto’daki Bashmachkin gibi bir memurun, Burun’daki gibi fantastik bir durum nedeniyle, Bir Delinin Hatıra Defteri’ndeki gibi hezeyanlarda dolaşmasını planladığı aşikâr. Zaten olgun Dostoyevski daha sonra şöyle diyecektir:
Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.
Farklı, daha genç ve Gogolyen bir Dostoyevski eseriyle tanışmak isteyenlere önerilir.
İzlediklerim
Her sayıda, son izlediğim film veya dizilerden biri için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
The Creator
2014 tarihli Godzilla filmiyle Uzak Doğu’ya olan düşkünlüğünü gösteren ve franchise’ı 50 sene sonra orijinal ayarlarına döndüren (daha sonra King Kong’la birleşip kaijulardan kaiju beğendirseler de) yönetmen Gareth Edwards, 2018 tarihli Star Wars spin-off’u Rogue One ile de hem büyük ölçekli bilim kurgunun altından kalkabileceğini hem de insani yanı ön planda bir Star Wars filmi ortaya çıkarabileceğini göstermişti. Bence 2023 tarihli The Creator buralardaki tecrübelerinin harmanı. Yapay zekânın bir büyük felaketin ardından batı ülkelerinde tamamen yasaklandığı ancak doğu ülkelerinde iyiden iyiye hayatın içine girdiği bir gelecekte geçen film, her şeyi gören gözüyle Nomad isimli dev bir uzay istasyonu vasıtasıyla YZ türleri uzaydan yok edilirken, tüm dengeleri değiştirebilecek sürpriz bir yapay zekâ formunun bir eski asker tarafından, yaratıcısı olan Nirmata kod adlı isyancıya götürülmesinin öyküsü. Filmin esin kaynaklarını saymak gerekirse, bence kesinlikle Alfonso Cuarón’un harika filmi Children of Men’den etkilenmiş. Uzak Doğu’da sazlıkların, nehrin, ormanların içinde geçen savaş sahneleri Apocalypse Now, Platoon gibi filmlere göndermelerle dolu. Doğu kültürüyle özdeşleşen barışçıl, korumacı, varoluşçu YZ formları ise öylesine orijinal ki, filmi benim gözümde bir tür gelecek belgeseli havasına büründürüyor. Atmosfer olarak farklı olmasına rağmen belki yalnızca Blade Runner’da yakalanmış bağımsız tür olarak yaşama hakkı konusu burada tüm detaylarıyla işleniyor. Filmin temel öyküsünde klişeler mevcut, senaryo boşluklarından da yer yer söz edilebilir ancak özellikle başrol John David Washington damarlarındaki oyunculuk kanını (Denzel’in oğlu ne de olsa) her filminde hissettiriyor, Ken Watanabe her zamanki gibi olgun bir aktörlük sergiliyor, çocuk oyuncunun ise bence yolu açık. Bilim kurgu meraklılarına öneririm. Prime Video’dan izleyebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler, sadık bir dost gibi, her hafta pazar sabahları söz verdiği saat olan 9:00 sularında bülten formatında e-postalarınızdaki yerini alıyor. Size ilham vermesi için tek yapmanız gereken ücretsiz bir biçimde abone olmak.
Keyif aldıysanız lütfen bültenin hemen üst veya alt bölümlerinde yer alan kalp simgelerine tıklayarak beğenilerinizi gönderin. Görüş bildirmek isterseniz bültenin hemen altına yorum ekleyin, mutlaka cevaplarım.
Fanzin okumayı ve her şey hakkında bilgi sahibi olmayı seven arkadaşlarınızla ilginç bir şeyler paylaşmak isterseniz, bu defa aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋
Pazar gününe renk kattığınız için teşekkürler. Öteki eserini Dostoyeski' nin Gogol dan ekilenerek yazmış olabileceğini düşünüyordum ki siz belirtmişsiniz.☺️ O izleri gördüğü için beğenmiyordur o eseri aslında.
Dostoyeski ileri yaşlarda Rus milliyetçiliğine ağırlık veren eserler vermiş. O Rusya nın eski parlak günlerine dönmesini hayal etmiş. Ülkesinin batı hayranlığını eleştirmiş. Bunu en güzel Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları eserinde görmek mümkün. Ben Öteki isimli eseri okumadım fakat ilk fırsatta okumak isterim.
Yazma üzerine demişken, yerli yazarlardan da örnek verecek olursak, Ferhan Şensoy, Haldun Taner'den aldığı yazarlık dersini anlatıyor. Başarı, rutin ve disiplinden geçiyor.
https://www.youtube.com/watch?v=-VBzP3S0POk