Kendimce Düşünceler - 45: Sen Gelmez Oldun
Pazarlarınızın neşesi ikinci sezonuyla geri döndü. 👋 Vapurda neler düşünürüz? 🚢 5 film müziği bestecisi 🎼 Oku: "Yeni Dünya Yeni Kurallar - Vedat Milor" 📚 İzle: "Big Fish - Tim Burton" 🎬
Başlarken
Öncelikle bir not: Kendimce Düşünceler’in ikinci sezonundan herkese kocaman bir merhaba! Yazmak öyle bir eylem ki, uyguladıkça yeni kelimeler zihninizden kaleminize dökülmeye başlar, imtina ettikçe ilham musaları da göçmen kuşlar gibi güneye uçar. İlk sezondan sonra eylül başına kadar verdiğim ara, iş yoğunluğundan ekim ayı ortasını buldu. Bekleyenlere, mesaj gönderip soranlara, bu periyotta eski sayıları okuyanlara çok teşekkürler. Okuduğunuz 45. sayıyı oldukça kısıtlı, yoğun bir zamanda hazırlıyorum. Ancak yazarak yazar olunacağını bildiğim için aksiyon almanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kendimce Düşünceler’in ikinci sezonunu iki haftada bir yayınlama niyetim var. Böylece hem kalitesini koruyabilir hem de sürpriz başka yayınlar için de alan açabilirim sanıyorum. Hem bu konuyla hem de formatla ilgili görüş bildirmek isteyenleri sohbet bölümüne beklerim. Girizgâhı daha fazla uzatmadan sizlere keyifli bir sezon diliyorum. Sevgi ve şans herkesin yanında olsun 🍀
Dilimizde Gülay ve Sibel Can da söyledi ama Sen Gelmez Oldun şarkısının en iyi yorumu herhalde 1982 yılında çıkardığı Yedi Renk plağından Neşe Karaböcek’e aittir. Hatırlayalım mı eseri?
Ünlü Azeri besteci Alekber Tağıyev’in yaptığı şarkının sözleri ise yine Azeri şair Medine Gülgün’e aittir. Şarkının orijinal ismi (Sən gəlməz oldun) ve sözlerinin çoğu da Türkçeye çevirince aynı, Azerice ve Türkçe’nin benzeştiği de malum. Bu şarkıda en sevdiğim mısrada ise ufak bir değişiklik var. İkinci nakaratın hemen girişindeki mısra dilimizde şöyleyken:
Taşlara mı döndü kalbin? Gelmedin.
Orijinalinde şöyle:
Daşlaramı dəydi, sındı əhdimiz? / Taşlara mı çarptı, bozuldu sözümüz.
Bu değişiklik ilginç, çünkü taşlara çarpıp paramparça olma metaforuyla anlatılan, iki kişi arasındaki antlaşmanın bozulması olayı, bize kalbin taşlaşması metaforuyla anlatılan, birinin merhameti bırakması ve katılaşması olarak tercüme olmuş. Şimdi bu girizgahtan yola çıkarak sorumuzu soralım. Günümüzün popüler kavramlarından Ghosting (Açıklama Yapmadan Ortadan Kaybolma), buna maruz kalan kişiyi asıl neden üzer? İlkesiz olmasından mı, yoksa gaddarca olmasından mı?
Şimdi antlaşma argümanı haksız olmasa da kökeni çok eski değil. Amerikalıların “a deal is a deal / anlaşma anlaşmadır” özdeyişine göre, kontratın varsa, söz verdiysen, bir defa laf ağızdan çıktıysa, şartları senin için ne denli dezavantajlı olursa olsun anlaşma süresi boyunca bozamazsın. Bozarsan da ne olacağı yine kurallarla bellidir. Bu anlaşma biçiminde insanlar birbirine tahsil edilebilir şekilde ve hiyerarşik olarak borçlanır. Oysa David Graeber’ın Borç kitabında belirttiği gibi, biraz daha geriye gittiğimizde borç kavramının böyle bir hiyerarşik ilişkisi yoktur. Ödeneceği garanti değildir ve bağışlanma ya da karşılıklı hediyeleşme gibi süreçler sonucu çoğunlukla da silinir. Tahirle Zümre Meselesi’nde ne diyordu Nâzım?
Yani elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Bu yüzden bence gaddarlık argümanı ghosting anlamında daha kuvvetli. Her şeyin mümkün ve erişilebilir olduğu, ne yaptığınızın değil nasıl yaptığınızın önemli olduğu bir çağdayız. Düşüncenin bardaklardan taştığı, duyguların ise karışık olduğu bu devirde sanırım insan ilişkilerini en iyi özetleyen söz yine Maya Angelou’dan geliyor:
İnsanların senin söylediklerini unutacağını, senin yaptıklarını unutacağını, ama senin onlara nasıl hissettirdiğini asla unutmayacağını öğrendim.
Hem antlaşma hem de anlaşma yolculuğunda yanınızda olan Kendimce Düşünceler’i okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Hadi başlayalım.
Blogumdan
Bu yazı 2011’den. İzmir’de bir vapur yolculuğu üzerine yazıldı. Buyurunuz:
İskeleden Esen Rüzgar
Şehir içi vapurla seyahat talimatnamesi üç maddeden oluşur: kendi kıyında bekleme, yolculuk, karşı kıyıya varış. Bu süreçte seni uğurlamaya gelen, arkandan mendil sallayan, ufukta kaybolurken izleyenler olacağı gibi; karşı kıyıda senin yolunu gözleyen, göresin diye uzaktan el eden, kıyıya çıkarken kolundan tutanlar da olacaktır. Fakat asıl olan yine de yolculuğun kendisidir. Giderken bağıl hızlarda seyredeceğin martılar, adeta dev bir gezegenin uyduları gibi görünecektir. Zaman zaman mevsimsiz portakal suları ve çaylar gelecektir. İçlerinde tuttukları tuhaflıkları o (enine çizgili bir kazak gibi şişman gösteren) salondakilerden gizleyemeyen insanlar olacaktır. Dışarda otururken denize doğru mu karaya doğru mu döneceğini bilemeyen, uzaktaki merakla yakındaki heyecanın arasında kalan, ilk rüzgârı yiyince her şeye rağmen umuttan şaşmayan insanlar da olacaktır. Gidişat kaptanın elinde olabilir, elbet bu işin nereden başlayıp nerede biteceğini belirleyen bir yasa koyucu da vardır. Gocunmak hata olur, denizi yarıp geçmek bir akış işidir. Hem mükemmel bir uyumu hem de geliştirici isyanı içerir. Konsantre olup hızla yol almaya bakmak gerekir.
Beşli Liste
2000’lerin başında “NTV izlerim, Radikal okurum, Caz dinlerim,” mottosu ile ünlenmiş bir “kaliteden anlarım” trendi olduğunu hatırlarsınız. Şimdinin NTV’si o zamandan biraz daha farklı ama kaliteli video içeriklere ulaşmak artık işten bile değil. Radikal gazetesi artık yok ama online içi dolu yayınlar veya haftalık Oksijen gazetesi seçeneği var. Caz hep aynı. Sevenlerine ayıp olmasın ama özellikle canlı izlerken caz gruplarının sırayla solo çaldığı kısımlar, bana sanki şarkıyı aralarına alıp sıra dayağı atıyorlar gibi geliyor. Bir kontrbas vuruyor, bir saksafon, piyanodan bir tekme; bazen şarkı “Yeter artık vurmayın ağabey” deyip yalvarıyor. Caza pek ısınamadım belki ancak enstrümental müzik, özellikle de klasik müzik, listemin ilk sırasında. Bence klasik müziğin günümüzde iki varisi var. İlki David Guetta, Calvin Harris, Swedish House Mafia gibi house müzik ikonları. Elektronik müzik yapı itibariyle önümüzdeki yüzyıllara pop türevi müziklerden daha kolay taşınabilir diye düşünüyorum. İkincisi ise film ve dizi müzikleri yani soundtrackler. John Williams (John Williams is the Man videosunu keyifle izleyebilirsiniz), Ennio Morricone (Danimarka Ulusal Senfoni Orkestrası’ndan The Good, The Bad and The Ugly‘yi dinleyebilirsiniz.) gibi ordinaryüslerin dışında Hans Zimmer (Interstellar), Howard Shore (The Lord of the Rings), Danny Elfman (bilumum Tim Burton filmi) gibi bestecilerin eserlerini olumlu anlamda klasik müzikten ayırt etmek çok zor. Bu beşli listede, benim dinlemekten bıkmadığım, besteledikleri müzikler bilinse de kendileri pek bilinmeyen 5 adet film müziği bestecisine, müziğini yaptıkları mutlaka hatırlayacağınız eserlerle yer vermek istedim.
Ramin Djawadi → Games of Thrones
Bear McCreary → Battlestar Galactica
Eleni Karaindrou → Theo Angelopoulos filmleri, mesela Eternity and a Day
Alexandre Desplat → Wes Anderson filmleri, mesela The Grand Budapest Hotel
Alan Silvestri → Robert Zemeckis filmleri, mesela Forrest Gump
Not: Bu sayıda beşli çağrışım yerine beşli liste formatını bir hatırlamış olduk. Ne de güzel oldu :)
Okuduklarım
Her sayıda, okuduğum kitaplardan biri için Goodreads’e yazdığım incelemeyi paylaşıyorum.
Yeni Dünya Yeni Kurallar
Vedat Milor’un sosyoloji doktorası olduğunu, bir dönem Dünya Bankası’nda raportörlük yaptığını, üstüne bir de hukuk fakültesine gidip Silikon Vadisi’nde yazılım hukukuyla ilgilendiğini biliyor muydunuz? Milor’un Yenal Bilgici ile yürüttüğü nehir söyleşi bu kitabı doğuruyor. Tespitleri gerçekten dolu dolu, aynı şeyleri düşündüğümüzü fark ettim bazen. Bazılarını birebir aynı kelimelerle Milor’dan dinleyince şaşırdım. Gurmeliğinin yanında ne kadar önemli bir aydın olduğunu görebilirsiniz. Özellikle Bilgici’nin en büyük sorunla ilgili yönelttiği bir soruya verdiği “kaynakların verimsiz kullanımı” cevabı bir harika. Bu kadar spoiler vereyim ve kitaba davet edeyim. Gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.

İzlediklerim
Her sayıda, izlediğim film veya dizilerden biri için yazdığım bir incelemeye yer veriyorum.
Big Fish
2000’li yılların başında TRT 2’de Cuma akşamları yayınlanan Beyazperde isimli bir sinema programı vardı, hatırlayanlar çıkacaktır. Bu programda Mehmet Açar, Ali Hakan, Alin Taşçıyan ve Tuna Erdem (Programın son döneminde de Yeşim Tabak) dört ayrı ekolden gelme sinema eleştirmeni olarak, haftanın filmlerini, DVD’si çıkan klasikleri ve zaman zaman da unutulmaz filmleri masaya yatırıyor, bir saatlik kısa süresi zarfında tadına doyulmaz bir sohbet gerçekleştiriyorlardı. Ben kendime en çok Mehmet Açar’ın yorumlarını yakın bulurdum. Kendisini hem Sinema dergisi yayın yönetmenliğinden hem de Anarşik Rehavet isimli hikaye kitabı ile Siyah Hatıralar Denizi isimli romanından (Tahminen son otuz yılda yazılmış en iyi Türkçe bilim kurgu kitaplarından biri) tanıyordum. Tuna Erdem’in bilim kurgu ve fantastik kurguyu seven tarzı da bana çokça hitap ediyordu, programdan ayrılacağı ortaya çıktığı zaman üzüldüğümü anımsıyorum. Program maalesef yıllar önce hiçbir açıklama yapılmadan yayından kaldırıldı, fakat tabii biz izleyiciler için alıp sindirebildiğimiz genel kültür yanımıza kar kaldı. 2003 tarihli Big Fish (Büyük Balık) filmi Türkiye’de gösterime girmediği zaman, Mehmet Açar’ın bu film yerine gösterime sokulan kalitesiz filmlerle ilgili esprilerini dinlemek lazımdı. Programdaki pek çok eğlenceli andan biriydi.
Dediğim gibi, Big Fish ülkemizde gösterime girmedi, ama anlatılmaya değer bir film, o sebeple birkaç cümle de ben etmek istedim. Tim Burton’ın nispeten az popüler olmuş filminin konusu kısaca, uzun yıllardır uzak kaldığı babasını ölümüne kısa bir süre kala ziyaret eden bir gazeteci, gençliğinde bir gezgin satıcı olan ve hayat boyu kendi başından geçtiğini iddia ettiği yer yer fantastik hikâyeler anlatan bu ilginç adamı daha yakından tanımaya çalışır, sonuçta hikayelerin doğru olup olmadığını ve ne anlama geldiğini keşfedecektir. Tim Burton’ın 1988 tarihli Beetlejuice ve 1990 tarihli Edward Scissorhands filmleri ile yakaladığı büyük şöhret onun günümüze kadar olan bütün kariyerine mükemmel bir temel oluşturdu diyebiliriz. Sonrasında çektiği filmlerin kimisi daha başarılıydı, kimisi çuvallamaya daha yakın, fakat ortak özellikleri hiçbirinin sıradan filmler olmamasıydı. Big Fish için, yönetmenin kullanmayı sevdiği klasik öğeleri olan, eksantrik dışlanmışlar, prenses diye tabir edebileceğimiz genç bir kadın başrol, canavarlar, cadılar ve flashback sahneleri ile dolu olmasına rağmen, bunların yanına bir de duyguları ekleyen, Tim Burton’ın en kişisel filmi dememiz mümkün.
Aynı karakterin gençliği rolünde Ewan McGregor, ihtiyarlığı rolünde Albert Finney çok iyi. Yönetmenin 2001 tarihli Planet of The Apes filmi sırasında tanışıp evlendiği ve Johnny Depp ile birlikte en favori iki oyuncusundan biri olan Helena Bonham Carter, birden fazla rolde çok iyi. Bu filmle ilgili, ilk izlediğim dönemde okuduğum bir anekdot, Tim Burton Big Fish’in çekimleri sırasında olabildiğince az bilgisayar efekti kullanmak istemiş. Dolayısıyla, filmdeki dev de dahil olmak üzere birçok efekt aslında klasik yöntemler, optik oyunlar ve kamerayı ustaca kullanmak suretiyle hayata geçirilmiş. Bu durumun, hikâyenin konusu olan mübalağalı anlatımı desteklediğini ve ayaklarını yere basmasını sağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ek olarak, Big Fish’in Tim Burton’ın en romantik filmi olduğunu da belirtebiliriz. Hele aşk ile zamanın geçme hızı ilişkisini anlattığı bölüm akıllardan çıkmayacak cinsten. Beetlejuice ve henüz Disney’de isimsiz bir animatörken çektiği, kendini 50 ve 60’ların kült korku filmlerinin yönetmeni Vincent Price zanneden ufak bir çocuk hakkındaki kısa metrajlı animasyon filmi Vincent ile birlikte (YouTube üzerinden bulmak mümkün), benim de en sevdiğim Tim Burton filmi Big Fish. Tim Burton’ın gençliğinden itibaren animasyon ve sinemaya tutkusu ayrı bir yazının konusu, ayrı bir zaman anlatılmalı. Filmi Apple TV+’tan kiralayarak ya da satın alarak izleyebilirsiniz.

Kapatırken
Kendimce Düşünceler, sadık bir dost gibi, iki haftada bir pazar sabahları söz verdiği saat olan 9:00 sularında bülten formatında e-postalarınızdaki yerini alıyor. Size ilham vermesi için tek yapmanız gereken ücretsiz bir biçimde abone olmak.
Keyif aldıysanız kalp simgesine (❤️) tıklayarak beğenilerinizi gönderebilir, bültenin hemen altına yorum ekleyebilirsiniz (💬). Paylaşmak isterseniz restack butonunu kullanarak (🔁) ve aşağıdaki butona tıklayarak Kendimce Düşünceler bültenini paylaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın 👋
Teşekkürler emeğinize sağlık..Dolu dolu arada dağılsam da, çok keyifli bir yazı olmuş..Ghosting kısmını (sen gelmez oldun) bir az daha açarsak; bu ilkeli bir davranış olmamakla beraber bunun da bir özgürlükten gelen hak olduğunu söylemek zorundayım..Kesinlikle savunmuyorum hiç de yapmadım, ama nasıl ki ilişkiler başlayınca o gün kahvaltıda önceden bununla ilgili bir mektup almıyorsak bitince de almamaya alışmamız lazım..Zaten bunu ben demiyorum doğa emrediyor: pat diye vedalaşmadan ölmüyor muyuz? en büyük ayrılık bu değil mi? Bu arada Goodreads den sizi eklemek istedim ama bulamadım..
Özlemişiz gerçekten
Evet o radikal’i okumak ve NTV’nin keyfi başkaydı o zamanlar ama pazarları sizin blogunuzu okumak da ayrı bir keyif
Teşekkürler